Ahlaki Anlamda Sosyal Çevrenin Belirleyici Bir Faktör olması
Güçlü ahlak, bireyi erdemli ve idealist kılar; zayıf ahlak ise yozlaşma ve kötülüklere eğilim oluşturur. Aile, arkadaş çevresi, eğitim ve medya gibi sosyal etkenler, bireyin ahlaki gelişiminde belirleyici rol oynar.
İnsanlar ahlaki anlamda ne kadar tutarlı bir istikamet gösteriyorsa o kadar güçlü bir şahsiyete ve karaktere sahiptirler. Zayıf ahlaklı kimseler ahlaki istikametten yani gayeden kolayca saparak şartlara göre hareket etme eğilimi gösterirler. Buna karşılık ahlaken güçlü kimseler şartlar karşısında dirençli, idealist bir yapıya sahiptirler. Ahlakın insanı pasifleştirdiği iddiası bu bakımdan bütünüyle yanlıştır. Aksine, ahlak; insanı seçkin, erdemli, mümtaz bir varlik hâline getirir. Insanlarda ödev duygusu ve sorumluluk şuuru ne kadar yüksekse ahlaki seviye de o ölçüde yüksektir.
Ahlak, kişinin kendisini varliklar veya hadiseler karşısında sorumlu bir fert olarak hissetmesini sağlar. Bu anlamda insan kendisinden oldugu gibi, derece derece ailesinden, komşusundan, arkadaşlarından, akrabalarından, şehrinden, milletinden, devletinden, hatta bütün insanliğın durumundan, hatta hayvanattan, dünyadan ve dünyanın geleceğinden sorumlu bir mevkidedir. Aynı zamanda, yaratıcısına karşı da sorumluluk sahibidir. Tabii ki insanın bu sorumluluklanı, sahip olduğu güç, yani yapabilme imkanlanyla paralel olarak artar veya azalır.
İnsanlar yapamayacağı, güç yetiremeyeceği işlerden sorumlu tutulmazlar. Fakat ahlak sadece davranış ve fiiller yoluyla ortaya çıkmaz. Konumu itibarıyla kimi alanlarda filli bir sorumluluğa sahip olmasa bile, ahlaki şuur, insani hemen her konuda ahlaki bir hissiyatla motive eder.
Hazreti Peygamber bu hususta ölçüyü şu şekilde vazetmiştir: “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle defedin, elinizle defedemiyorsanız dilinizle defedin, dilinizle de defedemiyorsanız kalbinizle buğzedin.”
Olan biten her şeye karşı kişiyi sorumluluk şuuru ve duygusuyla çekip çeviren bir güç, bir değerler manzumesidir ahlak. İnsanın manevi şahsiyetinin tekâmülü ancak sağlam, yüksek bir ahlak duygusuyla mümkündür. Güzel davranışlar. kökünü ve gıdasını en başta ahlaki terbiyeden alır.
Ahlaki Gelişimde Çevresel Faktörler
İnsan fitratındaki ahlaki nüvenin filizlenmesi, tıpkı bir tohumun topraktan fışkırmasına benzer. Tohum, bulunduğu yerde gerekli besin ve havayı bulamazsa kuruyup gider. Ama şartlar uygun olduğu takdirde topraktan fışkıracak, özünde mündemiç olan gayeyi tezahür ettirecektir. Tohumun özündeki bu gayeyi gerçekleştirebilmesi kendisine gösterilen ilgi ve ihtimam ölçüsünde mümkün olur. Bu ise daha ana kucağında başlayan bir süreçtir. Çocuk ruhu, annenin kucağındaki şefkat ve sevgi havasıyla yavaş yavaş şekillenmeye başlar. Aile, çocuğa öncelikle sevgi, iyilik, merhamet duygularını aşılar.
Daha sonra çocuk, anne babanın karakterinden etkilenmeye, onların ahlak özelliklerini farkında olmadan içselleştirmeye başlar. Çocuk, anne babasının yalan söylediklerini fark ediyorsa kendisi de onlar gibi yalan söyleyebileceğini düşünmeye başlar. Anne baba, eğer iyilik yapma, çevresindekilere yardımcı olma hassasiyeti taşımıyorsa çocukta da bencillik duyguları artma eğilimi gösterir. Anne baba ilişkilerinde saygı, sevgi, sadakat hisleri yoksa, çocuk bu hislerden mahrum bir şekilde dünyayı algılamaya başlar.
Aile ortamında hakim olan değerler, çocuğun ruhuna ve karakterine ağır ağır nüfuz ederek ondaki ahlaki nüveyi ya kurutucu ya da inkişaf ettirici bir rol oynar. Ahlaki tekâmül süreci sadece aile ortamıyla sınırlı kalmaz. Ailenin yanı sıra arkadaş çevresi, televizyon ve benzeri yayın araçlan, daha sonra okuldaki eğitim süreci çocukların ahlaki oluşumlarında etkili olmaktadır.
Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim atasözü, arkadaş ilişkilerinin insan üzerindeki etkilerini çok çarpıcı olarak ifade eder. İnsan ister istemez çevresinden etkilenen bir varlıktır. Bilhassa karakter oluşumunun ileri seviyede devam ettigi çocukluk ve gençlik yaşlarında arkadaş seçimi çok çok önemlidir. Çünkü arkadaşlık ilişkileri içersindeki rekabet ve dayanışma duygulan kişilerin hal ve davranışlan üzerinde ciddi bir motivasyona sebep olur. Bu sebeple iyi arkadaşlar insanı iyilik yapmaya; kötü arkadaşlar kötülük yapmaya meyyal duruma getirir.
Her insan, yaşadığı ortamlardan tıpkı teneffüs ettiğimiz hava gibi etkilenir. Kirli, mikroplu, soğuk havalar nasıl hastalıklara sebep olursa, yaşadığımız ortam içersindeki ahlaki fenalıklar ve yozlaşmalar da insanı öyle etkiler. Bu bakımdan ahlak, esas itibanyla ferdi bir meziyet, bir erdem de olsa, sosyal hayattan ve çevreden mutlak surette izler taşır. Dolayısıyla ahlak meselelerinin sosyal boyutlarıyla ele alınması kaçınılmazdır.
Tek tek kişilerin yüksek ahlak sahibi olması yetmez; toplumun bütün fertlerini ve sosyal hayatı ahlaken yükseltecek tedbirleri almak gerekir. Sosyal hayat ahlaki değerler zemininde inşa edilebildiği ölçüde toplum sağlıklı ve güçlü bir bünyeye sahip olur.
Sosyal ve ahlaki yapımız, ne yazık ki dünden bugüne doğru büyüme gösteren ciddi zafiyetlerle karşı karşıyadır. Ahlaki yozlaşmalar, sosyal dokuyu içten içe çürüten bir hastalık kaynağı gibi, toplumun yaşama gücünü ve moralini tahrip etmektedir. Yolsuzluk, kapkaç, gasp, fuhuş, uyuşturucu, alkol ve kumar alışkanlığı gibi toplumu infiale sürükleyen sosyal problemlerin artışında ahlaki yozlaşmanın payı oldukça büyüktür.
Ahlaki Yozlaşmanın Bir Etkisi olarak: Toplumsal Çürüme
Ahlaki yozlaşmanın topluma musallat ettiği en büyük belalardan biri yolsuzluktur. Yolsuzluk dendiğinde bir kişinin kendine veya başkasına özel çıkar temin etmek için yaptığı usulsüz fillerin tamamı anlaşılır. Bu anlamda rüşvet, zimmete para geçirme, irtikap, memuriyet mevkiini ve yetkilerini kötüye kullanma, iltimas gibi usulsüzlüklerin hepsi ahlaka aykın davranışlardır. Bu filler ahlakın evrensel ilkeleri olan dürüstlük ve adalet mefhumuyla çatışırlar.
Haksız kazanca ve menfaate sebep olduklan için toplumun vicdanını rahatsız eder, fertlerin devlete ve birbirine olan güvenini zedelerler. Toplum, devleti hakkın ve adaletin teminatı olarak görür. Devlete olan güvenin varlığını tüyü bitmemiş yetimin hakkina riayet etme ilkesiyle dile getirir.
Kamu mülkiyeti ve devlet mevkileri, hiç kimse tarafından özel mülkiyette olduğu gibi ferdi menfaat gayesiyle kullanılamaz. Şu veya bu şekilde devletten haksız kazançlar elde etmeye dönük her türlü fiil ahlaka mugayirdir. Öbür taraftan, kar hırsıyla malzemeden çalarak yaptığı işi ucuza getirmeye çalışanların devleti veya vatandaşı kandırmalan da yolsuzluğun başka bir çeşididir
Yaşadığımız orta şiddetli depremlerde tarumar olan apartmanların ve okul binalarının televizyon ekranlarına yansıyan görüntüleri daha dün gibi hafızalarımızda durmaktadır. Yapıldıktan kısa süre sonra bozulan ve çöken yollar, selin etkisiyle kağıt gibi yıkılıveren köprüler ve benzeri pek çok hadise sanki görmeye alıştığımız görüntüler haline gelmiş gibidir.
Tarih boyunca var olduğu iddia edilen rüşvet, toplumun vicdanını ve ahlak duygusunu sinsice kemiren en büyük belalardan biridir. Bazı işlerin rüşvet vermeden hallolmayacağı düşüncesi, toplum tarafindan neredeyse kanıksanacak bir noktaya gelebilmektedir. Ancak rüşvetin normalleşmesi toplumun en büyük ayıplarındadır. Rüşvetin küçüğü ile büyüğü arasında bir fark görmemek gerekir. Fark, mahiyet değil olsa olsa nicelik farkıdır.
Ayrıca rüşveti almak kadar vermek de kötüdür. İslam dini, rüşveti alanı da vereni de tel’in eder. Alan memnun, veren memnun ifadesi, rüşveti hiçbir zaman kabul edilebilir kılmaz. Çünkü rüşvet, hem sosyal yapıyı hem de toplumun ahlak duygusunu yıkıcı özellikler taşır. Rüşvetin olduğu yerde insanlar birbirlerine olan güvenlerini kaybederler. Rüşvet almak da vermek de insanı küçülten ve kendisinden utandıran çirkin bir davranıştır.
Rūşvetin hediye adı altinda verilmesi ise, bu fiile daha derin boyutlar kazandırması açısından manidardır. Rüşvet vermek ve hediyeleşmek birbiriyle hiçbir alakası olmayan fillerdir. Rüşvetin gayesi haksiz menfaattir, hediyeleşmek ise karşılıklı sevginin ve dayanışma duygulanının bir ifadesidir.
Sosyal hayatımızdaki ahlaki yozlaşmanın en büyük emarelerinden bir diğeri iltimas yani kayırmacılık, toplumdaki amiyane ifadesiyle torpil olayıdır. İltimas o kadar kanıksanmış ve sosyal dokuya o derece sirayet etmiştir ki, iltimas talep etmek veya yapmak neredeyse ayıp bir davranış olmaktan çıkmaya bile başlamıştır. Bu durum, yaşadığımız ahlaki çürümenin hangi boyutlara vardığını bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.
Öyle ki iltimasa tevessül etmeyen kimselere ilgisiz, asosyal veya beceriksiz gözüyle bile bakılabilmektedir. İltimas yapanlar, bunu bazen maddi menfaat karşılığı, bazen fikri, ideolojik sebeplerle, bazen de prestij ve güç gösterisi olarak yaparlar. İltimas talebi ise genellikle ferdi menfaate dönük beklentilerden kaynaklanır.
Sosyal ve resmi kurumlar içerisindeki rüşvet, zimmete para geçirme, iltimas gibi gayr-i ahlaki fiiller, toplumun ahlak duygularını öyle tahrip edici etkiler yapmaktadır ki, adeta bulaşıcı bir mikrop gibi toplumda benzeri zafiyetlerin ortaya çıkmasına veya artışına sebep olmaktadır.
Ölen babasının veya annesinin emekli maaşını almaya devam edenler, yoksullar için sağlanan yeşil kart imkanlarından çeşitli kurnazlıklarla yararlanmaya çalışanlar, kapkaççılar, haraç çeteleri ile gasp ve hırsızlık suçu işleyenlerin mantar gibi çoğalmalan son derece ürkütücü durumlardır. Bu fiiller sosyal barışı ve huzuru tehdit ettiği kadar, fiil sahiplerini insanlik onurundan ve haysiyetinden de uzaklaştırmaktadır.
İnsanin onur ve haysiyet duygularyla bağdaşmayan en önemli ahlaksızlıklardan bir diğeri fuhuştur. İnsan bedenini cinsel ihtiyacın giderilmesine indirgeyerek eşyadan farksız bir duruma sokan fuhuş olgusu, gerçekte insanı insan kılan vasıflara ihanetin ve kayıtsızliğın bir göstergesidir.
Bedenimiz güzelliğiyle veya çirkinliğiyle, gücüyle veya zayıflığıyla bize bir emanettir. Kişinin kendisine karşı görevlerinden biri de bedenini insan haysiyetine yakışır şekilde koruyup gözetmektir. İnsanlann kendi bedenlerine zulmetmesi ne kadar haksız ve gayri ahlaki ise, onu bir zevk aracı olarak başkalarına sunması ondan daha ahlaksızca bir harekettir. Fuhuş ayrıca, hem kişilerin hem de toplumun nesil emniyetini tehlikeye atmakta, aile huzurunu bozarak sosyal yapının çekirdeği olan bu müesseseyi tahrip edici etkiler yapmaktadır.
Yaşanan ahlaki çöküntü, fuhşun geldiği noktadan net olarak tespit edilebilir. Fuhuş ister yasal isterse yasadışı yollarla olsun, temelinde ticari amaçlar içerir. Fuhuştan geçinen insanlar ahlaki değerlerini iyiden iyiye kaybetmiş, maddiyatın kölesi olmuşlardır. Bunlar genellikle ruh sağlığı bozuk, kişilik sorunlan olan, saygınlık beklentileri dumura uğramış kimselerdir.
Öbür taraftan özgürlük adı altında evlilik dışı ilişkilerin özendirilmesi çabaları son derece yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır. Her ne kadar dini inançların etkisiyle cinsel serbestlik propagandalan toplumumuzda kolay revaç bulamasa bile, batılı ülkelerde olduğu gibi, bizim ülkemizde de bu hususta endişe verici hadiseler müşahede edilebilmektedir.
İnsanların giderek ahlaki değerlerden uzaklaşması ve şehvet düşkünü varlıklar haline gelmesi, bunun en önemli müsebbiplerinden sayılır. Şehvet düşkünlüğü, bencillik ve ahlaki kayıtsızlık halleri ne yazık ki medyanın da etkisiyle ileri boyutlara tırmanabilmektedir.
Televizyonlardan yayınlanan yerli-yabancı birtakım programlar, cinsel serbestliğin bir nevi bağımsızlık ve kahramanlık göstergesi gibi algılanmasına ortam oluşturmaktadırlar. Bu durumun aile kurumunu son derece dejenere ettiği, hatta annelik duygularını bile köreltmekte olduğu muhakkaktır.
Batı kültürünün etkisiyle yaşanan sosyal ve ahlaki yozlaşma, kadınların hayatı ve düşünce tarzı üzerinde çok daha derin etkiler meydana getirmektedir. Televizyon ekranlarına yansıyan müstehcen görüntüler aile ortamı içersinde günden güne alışıldık hale gelebilmekte, utanma duygulan giderek yok olmaktadır.
Kadın bedeninin reklam aracı olarak pervasizca kullanılması ise, kadınların haysiyet duygularına yönelik büyük bir hakarettir. Yaşanan ahlaki yozlaşma, haysiyet algısının ve hassasiyetinin içini boşaltan bir yöne doğru kaymaktadır. Uyuşturucu, tiner, alkol gibi bağımlılık yapan maddelerin kullanımı sosyal yapıyı çürüten ve ahlaki yozlaşmaya yol açan önemli problemler arasında yer alır.
Maddi bunalım, ailevi ve sosyal geçimsizlikler, arkadaş etkisi, özenti ve manevi boşluk gibi sebeplerle bu tür maddelere bağımlılık oluşmaktadır. Uyuşturucu kullanımının en çok genç nüfus arasında yaygın olduğu biliniyor. Bunun sebebi ise, genç nesillerde ortaya çıkan ahlak zafiyetleridir. İstatistikler, uyuşturucu kullanma yaşının 10-11 yaşlanna kadar düştügünü gösteriyor. Bu tuzağa düşenler, uyuşturucu ile kendilerini rahatlatacaklarını ve hülya aleminde geçici bir mutlulukla teselli bulabileceklerini zannetmekte, ne yazık ki bir süre sonra eskisinden daha perişan duruma düşerek ruh halleri büsbütün bozulmaktadır.
Uyuşturucudan veya alkolden mutluluk, fayda beklemek abesle iştigaldir. Uyuşturucu da alkol de asla sıkıntılardan ve manevi tatminsizliklerden kurtuluş çaresi olamaz. Uyuşturucu kullanımının insanlan ne denli iflah olmaz bir bağımlılığa sürüklediği çok açıktır. Her ikisi de insanı suç işlemeye, çevresine zarar vermeye müsait hale getirir. Doğru düşünmeyi ve doğru karar vermeyi zorlaştınır.
Gerek uyuşturucu gerekse alkol kullanımı insanın sağliğını bozan maddelerdir. Aynca bunları kullananlar, Allah’ın insana verdiği sağlığa ve vücut emanetine karşı haksızlık etmektedirler. Uyuşturucu ve alkol sektörü, insanların mutsuzluk ve tatminsizliklerinden kazanç temin etme üzerine kurulmuş bir sektördür. Hatta bu amaçla organize edilmiş çetelerin var olduğu ne yazık ki bilinen bir gerçektir. Bu çeteler okullarda, kahve köşelerinde, gece kulübü gibi kimi eğlence mekanlanında, zayıf ahlaklı ve bunalımlı gençleri tuzaklarına düşürmenin peşindedirler.
Kaynak: Ali K. Metin / Diyanet Aylık Dergisi / Aralık 2009 / bkz: 34-37
