Allah (c.c.)’ı hatırlamak ve anmak (zikrullah); O (c.c.)’na kavuşmanın yakın olduğunun, sonunda varılacak yerin O (c.c.) olduğunun ve O (c.c.)’nun yolunda mücadele etmenin, bilincinde olmak demektir. Şayet kişi, kendisini terk eden sevgilisinin ayrıldığından endişelenirse, bilsin ki bundan son-ra Yüce Allah (c.c.) onun dostu ve koruyucusu olur.
Zafer kazanmak ve devamlı muzaffer olmak için Allah (c.c.) ve Resulüne itaat şarttır. İslâm düşmanları, hakkıyla tanımadıkları ve saygı duymadıkları bir Rabbe isyan ediyorlarsa bile, Müslümanlara, ancak Allah (c.c.)’a itaat etmeleri, O (c.c.)’na karşı gelmekten sakınmaları ve inkarcılar için hazırlanmış olan cehennem ateşinden korunmaları yakışır.
İranlılarla savaşan askerlerine Hz. Ömer (r.a.), günahtan uzak durmalarını tavsiye ediyor ve onlara diyor ki; “Sizlere günahın sirayet etmesinden korktuğum kadar, düşmanlarınızın hile ve tuzaklarından korkmuyorum.” Sayı bakımından daha az ve savaş mühimmatı bakımından da daha zayıf oldukları halde, Allah (c.c.) onların sorumluluklarını almasına rağmen Müslümanlar, şayet günah işleme hususunda kafirlerle eşit seviyede olurlarsa, yenilgiyi tadarlar.
Ahlakımızın, düşmanların ahlakından daha zayıf ve yolumuzun da Onların yolundan daha kötü olduğunu gördüğüm zaman, üzülüyorum. Böyle bir durumda nasıl muzaffer olabiliriz? İşte bu anlatılanların ardından söz birliği ve çekişme sebeplerinden uzaklaşma gelmektedir.
Bugün Müslümanlar dünya nüfusunun beşte birini oluşturmaktadırlar. Topraklan ise ayrılık mikropları ile doludur ve birbirlerine karşı yiğitlik taslayan yüzlerce grup ve mezhep vardır. Aynı zamanda Yahudilere bakıyorsun, onlarca farklı gruplara ayrıldıkları halde, saflarını birleştiriyorlar ve birbirlerine kenetlenmiş şekilde bir cephe oluşturarak bizimle savaşıyorlar. Sonuçta da biz onları yenemiyoruz, aksine onlar bizi yeniyorlar. Yahudiler Mescidi Aksa’yı kuşattılar, bizler de kendi kendimizle ve problemlerimizle boğuşup duruyoruz. Böylece de, gücümüz gidiyor ve zayıf düşüyoruz.
Sabır; itaat etmek, günahlardan ve peş peşe gelen felaketlerden sakınmak içindir. Şu kadar var ki, şehvetlerinin peşinden koşan ve heva ve arzularının kulu kölesi olan halklar, asla sabredemezler.
Son olarak bu hususta şunlan söyleyebiliriz: İslami savaşın ilk şartı, Allah (c.c.) yolunda yapılmasıdır. Bu gün hükümetlerin yaptıkları savaş ise, ırkçılık, particilik, hizipçilik adına ve dünyalıklar peşinde koşmak, tabutların sözlerini yüceltmek ve yer yüzündeki mustaz af insanları sömürmek için yapılan savaş-lardır. İşte bu sebeple Allah (c.c.)’ın açıkladığı şekilde savaşlarda, onların öldürülmelerinde şaşılacak bir şey yoktur.
“Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve ‘Tadın yakıcı cehen-nem azâpını’ (diyerek), o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin! İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullarına zulmedici değildir.” (Enfal Suresi 50-51)
Tağutların hayatı, birbirlerine çok benzer ve onların sonları da hep aynıdır.
“(Bunların gidişâtı) tıpkı Fir’avun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişâtı gibidir. (Onlar da) Allah’ın ayetlerini inkar etmişlerdi de, Allah onları günahları sebebiyle yakalamıştı. Allah güçlüdür ve O’nun cezası çok şiddetlidir.” (Enfal Suresi 52)
Zamanlar değişir ve fakat Allah (c.c.)’ın, öncekiler ve sonrakiler için koyduğu yasalar, hep aynı kalır.
Kaynak: Muhammed Gazali / Kur’an’ın Konulu Tefsiri / bkz: 211-213