Televizyonun Çocuk ve Aile Üzerindeki Olumsuz Etkileri
Doğru kullanıldığında bilgi ve eğlence kaynağı olan TV, bilinçsiz izlenildiğinde ise zaman kaybına ve olumsuz etkilere yol açabilir. Bu nedenle televizyonun aile içinde dengeli ve bilinçli bir şekilde kullanılması büyük önem taşır.
Çağımız hız çağı. Hepimiz hayatımızı elimizden kaçırıverecekmiş sanıyor, bir an önce doyasıya yaşamak istiyoruz. Bunun için de birçok işi başkalarına bırakıyor, hazır yemek yiyor, hazır eğlencelerle oyalanıp hazır hayatlar yaşıyoruz. Eğlenmek için tek bir düğmeye basmak yeterli. Zihnimizi yormaya, nükteye, espriye, hayal gücüne hiç gerek yok. Yapımcılar televizyon programlarını hazırlıyor, bize sadece ekranın karşısına geçip seyretmek kalıyor.
Yetişkinler için bu eğlence zararlı olmayabilir, fakat çocuk iyiyi kötüden ayırt edebilecek bir yaşta değildir ve aç gözlü bir insanın abur cubur bulduğu her şeyi yediği gibi çocuk da televizyonda her çıkanı izler. Bu teknolojik gelişmenin ve televizyonun eşitlikçi yönünün zararlarından biri sayılabilir.
Zamanla çocuğun üzerinde tek söz sahibi, arkadaşı, oyuncağı televizyon oluyor. Onu kendisine adeta bir esir edip anne-babasıyla, okulu ve dersleriyle ilgisini koparıyor. Çoğu kez aile televizyonun, çocuk üzerinde bu derecede etkisi olduğunun farkına varamıyor. Çünkü bütün aile üyeleri akşamları televizyonun karşısına geçerek birbiriyle aralarına taş duvarlar örüyor, hazır hayatlar seyrediyorlar.
Bilim ve teknoloji insanların daha mutlu olmalarını, birbirlerine ve kendilerine daha çok vakit harcayabilmelerini (zaman ayırabilmelerini) sağlayacakken onları daha mutsuz, daha hoşgörüsüz ve ilgisiz yapıyor. Televizyon icat edilmeden önce nasıl yaşıyorduk diye sorası geliyor insanın. Geceleri nasıl eğleniyor, nasıl vakit geçiriyorduk?
Renkli cam gelmeden önce başka bir renkli dünya gecelerimizi ısıtıyordu sanırım. Yaşlıların anlattığı masallar, evdeki herkes hatta konu komşularca dinlenir, sıcak ve samimi bir ortamda vakit geçirilirdi.
Gittikçe daha da belirginleşen nesil çatışmasının geçmişte bu derece aşırı olmayışının sebeplerinden biri de bu idi belki, nur yüzlü ihtiyarlarla torunlarını birbirine bağlayan masallar, hikayeler. Yaşlılar kimsesizliğin soğukluğunu böylesine hissetmiyor, konuşacak kimse bulamama gibi bir dertleri olmuyor, saatlerce, günlerce hatta yıllarca el değmeyen kapıya bakarak ağlayıp duvarlarla konuşacak hale gelmiyorlardı.
Halbuki onlarda çocuklar gibi devamlı kendileriyle konuşulmasına, ihtimam gösterilmesine ihtiyaç duyarlar Hepimiz çocukluğumuzu özleriz. Kötülüklerden, üzüntülerden uzak, hatasız ve günahsız günlerimizi, yani çocuk masumiyetini…
Fakat artık böyle bir özlem de ortadan kalkıyor, çünkü çocuk masumiyeti televizyon eşitlik ilkesi yüzünden yok olmakta. Çocuklar 40 yaşına gelmiş bir insan edasıyla, bilmişliğiyle konuştuğunda tek sığınağınızın da harap olduğunu, çocuk saflığının öldüğünü görüyorsunuz.
Bezden bebekler, çamurdan evler, çalı çırpıdan at yapıp oynadığınız, en fakir çocuğun bile hayal gücünü kullanarak şiddetten ve vahşetten uzak eğlendiği, arkadaşlığı ve paylaşmayı öğrendiği günlerin geride kaldığını hissediyorsunuz
Şimdi TV ve ekranlı oyunların, bilgisayar oyunlarının dünyası hakim. Ateş edilen, “öldürme ve aldatma” temeline dayalı, gürültülü oyunların, devamlı tetikte durmaktan, heyecan ve stresten çocukları küçük yaşta sinir bozukluklarına gark eden oyunların dünyası.
Geleneğin ve kültürün aktarıcılarından olan masallar, halk hikayeleri, çocukların geçmişteki eğlenceleri ya unutuldu ya da çeşit değiştirdi artık. Çizgi filmler, çizgi romanlar ve bilim-kurgu, masalların devamını sağlayan türler olarak düşünülüyor.
Fakat tüm bunlar görsel bir hazırlığı sağladığından (sebep olduğundan) çocuğun hayal kurmasını, düşünmesini ve bir senteze varmasını kısıtlıyorlar ve masalın yerini almaktan bu yönleriyle çok uzaklar.
Günümüzde masalın çocuğu fazla hayalperest yaptığını iddia edenler var, ama hayal kurmak çocukta zaten var olan bir özellik. Çocuklara masal anlatmazsanız, kendileri bir şeyler uydururlar. Ağacın, kuşun, masanın, kalenin, gök- yüzünün her şeyin bir hikâyesi vardır çocuk mantığına göre.
Kim bilir bu da onların hayatı anlama tarzıdır belki Ayrıca bize olağanüstü gelenlerin çoğu onlara göre olabilecek şeylerdir, şartlanmaları yoktur çünkü. O doğa kanunlarından habersizdirler. Siz ondaki bu eğilimi yönlendirmeyip masallar anlatmazsanız kimisi Voltran, kimisi Heman olur, uçar, kılıcından ateşler saçar, yalnız başına dünyayı kurtarır.
Büyüme çağında da Kerem ile Aslı değildir artık dinlediği Love Story izler ve belki bundandır eski aşkların kalmayışı. Çocuğun kendi kültürünün geleceğe en yakın köprüsü olduğu düşünülürse onun eğitiminde rol oynayan unsurların önemi daha iyi anlaşılır.
Sağlam ve köklü bir geleceğe adım atabilmek için görselliği sebebiyle en etkili eğitim araçlarından biri olabilecek televizyonunun verimli kılınması gerekiyor ki gözle görünenler hafızada en iyi yerleşme gücüne sahiptir.
Bunun yanı sıra gerektiğinde anlatamadıklarınızı, soyut fikirleri anlattığınız, doğruyu gösterdiğiniz, iyiyi ödüllendirip kötüyü cezalandıracak örnekler oluşturduğunuz masalları da yeniden düzenlemek, günümüze, hayat şartlarına uygulayarak yaşatmak önemli.
Kaynak: Zübeyde Özer / Aile Rehberi / Yeni Dünya Dergisi / bkz: 107-108
