1. Anasayfa
  2. Uncategorized

Deve ile Farenin Hikayesi: Haddini Bilmek


Deve ile farenin hikayesi, insana haddini bilmeyi ve kibirden uzak durmayı öğreten kıssalardandır.

Cahil cesur olur derler, elhak doğrudur. Zira etine buduna, bilgisine görgüsüne bakmadan boyunu aşan işlere heves eder, her göreve talip olur, her makamda gözü vardır. Bilgim, görgüm, yeteneğim bu işi yapmaya yeter mi diye düşünmek aklına gelmez. Zira böyle bir kaygısı olmaz onun. Dem kendini gösterme, göze girme demidir, işgüzarlığın zamanıdır vesselam. İşin aslını bilmeyenler de onu ehil sanır ki bu cesaretini artırır cahilin.

Aklı olan kırk kez düşünür taşınır, en hassas terazide ölçer tartar, ehline danışır da kendini layık görmezken, cahil semtine uğramaz ne düşünmenin ne de müşaverenin. Hazreti Mevlana ne güzel hikâye eder böyle haddini bilmez cüretkar cahillerin hallerini.

Bir fare ile bir deve hemhal olup birlikte yola revan olurlar. Fare bir punduna getirip devenin yularını eline alıp önden kurula kurula giderken deve de tabiatındaki yumuşaklık ve mülayimlik sebebiyle ses etmeden onunla yürümeye başlar. Şu minnacık fareciğin kalbi kırılmasın, kendini hor ve hakir hissetmesin diyedir devenin sesini çıkarmamasının asıl sebebi.

Amma bizim farecik, devenin bu inceliğini anlamaktan uzak bir hodbinlik içindedir. Öyle ki koskoca devenin yularını tuttuğundan hemen gurura kapılır: “Ben ne adammışım” diye içinden geçirir. Deve gibi boylu poslu, anlı şanlı bir hayvana kılavuzluk yaptığını düşünüp kibirleniverir. Lakin kendi cüssesine bakmak aklına bile gelmez.

Deve, farenin gurura kapıldığını anlar ama ses etmez. Vakti zamanı gelince vereceği dersi biliyordur zira. Derken efendim, az giderler uz giderler büyük bir ırmağın kıyısına varırlar. Irmak öyle büyük ve öyle derindir ki fare  bir adım atamadan olduğu yerde durur, kaskatı kesilir. Bu büyük deryada kaybolmamak içten bile değildir. Deve, fareciğe dersini vermenin zamanı geldi diye düşünür:

  • “Ey yol arkadaşım, niye şaşırdın? Sen kılavuzsun, öncüsün. Irmağa er gibi ayak bas!” der.
  • Fare suyun büyüklüğü karşısında zaten ürkmüş bir halde: “Bu su pek derin, pek büyük, boğulmaktan korkuyorum.” diye cevap verir.
  • Deve ise: “Bir göreyim hele su ne kadar derinmiş,” diyerek ayağını ırmağa atar. Suyun fazla derin olmadığını görür.
  • Ey kör fare, su diz boyu kadar, neden korktun ki? diye alayla çıkışır.
  • “Sana karınca gelen bana ejderha” der fare. Dizden dize fark var, sana diz boyu ama benim boyumu yüz kat aşar deyince
  • Deve haddini bilmeyen fareye: “Öyleyse bir daha küstahlık etme, kendin gibi farelerle boy ölçüş!”

Fare boyunun ölçüsünü alır, şimdi bin pişmanlık içinde ırmağı geçmenin telaşına düşer. Deveye: “Tövbe ettim, pişmanım! Ne olur beni bu helak edici sudan geçir.” diye yalvarmaya başlar. Devenin yufka yüreği dayanamaz farenin bu perişan haline. Hem farecik bin pişman olmuştur yaptığı densizliğe. Olgunluk gösterir, affeder fareciği: “Haydi, hörgücüme tırman. Seni de senin gibi yüzlercesini de geçiririm.” Evet, fare haddi aşmıştır aşmasına amma her hak ehline hakkını teslim etmesi gerektiğini de anlamıştır 

Cehaletin ve haddini bilmezliğin sonu her zaman bu hikayedeki gibi mutlu sonla bitmeyebilir ancak bilmediği suda yüzmek insanoğluna tahmin ettiğinden de pahalıya mal olabilir. Velhasıl kelam, ehil olmadığı işlere yeltenmemek, işi erbabına bırakmak da bir olgunluk gerektirir. Mevlana’nın deyimiyle: “Sultan değilsen tabi ol! Ticarette iş bilir değilsen yalnız başına dükkân açma, pişinceye dek bir kamilin hükmü altına gir!”

Kaynak: Dr. Lamia Levent Abul (Diyanet İşleri Uzmanı / Diyanet Aile Dergisi / Ocak 2016 / bkz: 46-47

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir