1. Anasayfa
  2. 8- Enfal Süresi

Enfal suresi 6-10 Arası Ayetlerin Meali-Tefsiri & Gazali


Resûlullah (s.a.v., kendilerine farz kılınan bu savaşta müminlerin, müşriklerin üzerine ansızın saldırmalarını emretmişti. Ancak ne oldu? Müslümanlardan bir grup, savaşı kötü bir gidişat olarak düşünüyor ve Müslümanların henüz savaşa hazır olamadıklarını görüyordu. Ayrıca hesapta olmayan böylesi bir savaşta, topluca savaşmak için biraz beklemek ve Medine’de kalan diğer Müslümanları da savaşa çağırmak mümkündü.

Ancak Yüce Peygamber (s.a.v.) şunu kesinlikle biliyordu ki, şayet Müslümanlar, savaşmayı ve müşriklere karşı çıkmayı kabul etmezlerse, İslam’ın (dolayısıyla Müslümanların) konumu sarsılacaktı. İşte bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.) böylesi sıkıntılı bir ortamda Allah (c.c)’ın kendilerini kesinlikle yardımsız bırakmayacağının bilincindeydi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) orada bulunan savaşçı Müslüman topluluğa durumu arz etti, sonuçta da düşmanla savaşmaya karar verdiler.

“Rabbin seni evinden hak uğrunda (savaşa) çıkardığında mü’minlerden bir grup isteksizdi. (Her şey) açığa çıktıktan sonra bile, sanki kendileri, göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, seninle hak konusunda tartışıp duruyorlardı (Enfal,Suresi 5-6)”

Hz. Peygamber (s.a.v., Allah (c.c)’ın, Müslümanları yenilgiye uğramış bir şekilde geri döndürmeyeceğinden son derece emindi. İşte bu sebeple ashabına, bu ümidini şu şekilde dile getiren ayeti okudu:

“Hani Allah, iki topluluktan (kervan veya savaşçı topluluk) biri-sinin muhakkak sizin olacağını vaadetmişti; siz ise meşakkatsiz ve kolay olanının sizin olmasını istiyordunuz.” (Enfal Suresi 7-8)

Yani soğuk savaşın ganimetlerini daha çok istiyorlardı. Ne var ki Allah Teâlâ başka bir işin gerçekleşmesini istiyordu. Bunun için de savaşın kapılarını araladı ve o anda gerçekleşen olaylarla şunu gösterdi: “Suçlu ve günahkarlar istemese de, hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı da ortadan kaldırmak için (Enfal Suresi 8)

İnsanoğlunun karakteri, kendisinin güç yetiremeyeceği bir işe sevk edildiğinde, yapacağı tek şey, yardım dileyerek yüce yaratıcıya sığınmaktır. İşte, Bedir’deki Müslümanlar, düşmanın sayısını; sayı ve silah bakımından üstünlüklerini gördüklerinde aynı şeyi yaptılar, yani yardım dileyerek ve yalvarıp yakararak Yüce Yaratıcı’ya sığındılar:

“Hani siz Rabbinizden yardım talep ediyordunuz, O da ‘Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim’ diye cevap vermişti (Enfal Suresi 9)”

Aslında müşrikleri yok etmek için tek bir melek dahi yeterliydi, ancak Allah (c.c.) Teala, meleklerin sayısını da zikrederek kullarının gönüllerini yatıştırmak ve onları rahatlatmak istiyordu; “Allah, bunu, yalnızca bir müjde ve kalplerinizin yatışması için yapmıştı; (yoksa) Allah’ın katından başkasında, zafer ve yardım yoktur. Hiç şüphesiz Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir (Enfal Suresi 10)”

İşte tam bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v), sürekli dua ediyor ve Rabbine yalvarıyordu: Ey Allah’ım! Bana vadettiğin zaferini, bizlere nasip eyle! Ey Allah’ım! Şayet şu Müslüman cemaat helak olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kimse bulunmaz.

Nebi (s.a.v) kollarını semaya kaldırarak o kadar büyük bir arzu, istek ve şevk ile uzun bir süre Allah (c.c)’a dua etti ki, O (s.a.v)’nun cübbesi yere düştü. Arkasında duran Hz. Ebu Bekir (r.a) ise ona şöyle sesleniyordu: “Ey Allah’ın Elçisi! Rabbine yaptığın dua sana yeter; şüphesiz O sana verdiği sözü yerine getirecektir” Buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.v), Allah (c.c), müşrik topluluğunun yenilgiye uğratıldığını haber ve-rinceye kadar, Rabbine olan yakarışını sürdürdü.

Burada alimler kendi kendilerine şöyle bir soru soruyorlar: Hz. Ebu Bekir (r.a), hicret esnasında mağarada, müşriklerin kendilerini görecekleri hususunda öyle bir endişeye kapılmıştı ki, bizzat Resulullah O’nun bu endişesini gidermek için çaba sarf etmişti. Aynı Hz. Ebu Bekir (r.a), Bedir Savaşı’nda ise, Hz. Peygamber (s.a.v)’i teselli eden ve sakinleştirmeye çalışan, kendinden emin bir tavır sergiliyordu. Bunun sebebi nedir?

Bunun cevabı çok açıktır: Resûlullah (s.a.v.)’ın kulluğu, tüm ümmetin kulluğundan daha açık ve sağlamdır. Hz. Peygambe (s.a.v.) ile O (s.a.v.)’nun ümmetinden bir fert olan Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in bu iki olaydaki sergiledikleri tavırlarını biraz tahlil edecek olursak şunları görürüz:

Hz. Peygamber (s.a.v.) hicret esnasında, kendilerini zafere götürecek sebeplerden eli boş bir vaziyette idi, bu sebeple de Allah (c.c.)’ın kendisi ile birlikte olduğuna ve kendisini gözetip koruduğuna kalpten inanıyordu. Ancak Bedir Savaşı’nda, her ne kadar güçsüz ve zayıf da olsa, yanlarında bir ordu vardı ve belki de bu orduya güvenilebilirdi. İşte böylesi bir ortamda yüce Resûl (s.a.v.), güç ve kudretten sakınmayı ve Allah (c.c.)’tan yardım isteyerek, zaferi de yalnızca ondan bekleyerek duaya sığınmayı yeğledi.

Müslümanların, savaş mühimmatı ve insan gücü olarak müşriklerden oldukça zayıf oldukları ve savaş hazırlıklarının da hızla devam ettiği bir ortamda, semavi sebepler devreye girdi; Müslüman savaşçıların ayaklarının altındaki kaygan kum zeminini sertleştirmek için yağmur yağdı, şaşkın göz-er uykuya daldı ve nefislerdeki vesveseler yok olup gitti. Bu semavi yardımlar vasıtasıyla Allah (c.c), müminlerin kalplerini birbirine bağladı ve sayıca çok olan müşrik askerlerinin kalplerini bir korku sardı. İşte tam da böyle bir ortamda, savaşların en can yakıcısı başlamış oldu. Müşrik ordularının safları, ezici bir hezimetin altında ve akılların alamayacağı bir şekilde, dağılarak telef olup gitti. “Çünkü onlar Allah ve Resûlü’ne karşı baş kaldırmışlardı. Kim Allah ve Resulüne karşı baş kaldırırsa, hiç şüphesiz, Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır (Enfal Suresi 13)”

Kaynak: Muhammed Gazali / Kur’an’ın Konulu Tefsiri / bkz: 199-202

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir