1. Anasayfa
  2. Uncategorized

Havf ve Reca yani Ümit ve Korku


Havf ve reca, yani korku ile ümit, İslam ahlakında kulun Allah’a olan dengesini koruyan iki önemli kavramdır. Allah’ın nimetlerini düşünmek ümidi artırırken, işlenen günahları hatırlamak ise kulluğun sorumluluğunu ve korku bilincini güçlendirir.

Ey salik…

  • Seni nasıl bir sonun beklediğini biliyor musun?
  • Son saat gelip çattığında rahmet-i Rahman’a ereceğinden ne kadar eminsin ya da her şeye kadir olanın seni azabıyla kahr-u perişan etmeyeceğini nereden biliyorsun?
  • Bunlar er geç her faninin kalbini ve zihnini meşgul eden can yakıcı sorulardır. Yine her faninin peygamber dahi olsa cevabını bilmediği gayp alemine ait sorulardır. Fahr-i kainat Efendimiz bile Allah’ın Resulü olduğu halde ahirette kendisine nasıl muamele edileceğini bilmediğini buyurmuyor mu?

Diğer yandan Cenab-ı Hak rahmetinin gazabını geçtiğini de haber veriyor. Öyleyse ey salik, sonum nasıl olacak diye ne ümidin rehavet veren gevşekliğinde ne de dehşetengiz korkuların girdaplarında kal. Zira müminler; Allah’ın rahmetini umarlar ve azabından korkarlar (İsra Süresi 57)

İnsan havf ve reca arasında kurduğu hassas bir dengede seyrüsefer eyler. Bu denge halini; “bir yandan korku, bir yandan ümit varsa çift kanatlı olursun, tek kanatla uçulmaz zaten” diyerek ne güzel resmeder Hz. Mevlana.

İnsan için ne gelecekle ilgili korku ve endişeleri son bulur ne de kurtuluş umudu eksilir. Zira insanoğlu var olalı beri celal ile cemal, lütuf ile kahr, rahmet ile azap, havf ile reca arasında çalkantılı bir seyrüseferdedir. Dalgalı bir deniz misali ruhu bir halden diğer hale girer, sakin ve huzurlu bir limana varma emeli ile yoluna devam eder.

İnsanın seyrüseferi çok girifttir, çünkü insanın çalkantılı hali öyle hemen nihayete ermez, rahata kavuşmaz. Tam buldum dediği anda kayıp gider ellerinden o masmavi denizin huzur ve dinginliği. Sonra yeniden çalkantılı bir fırtınanın ortasında bulur kendini.

Eğer korkarsan dehşetli fırtınadan sakın gemini terk etme, zinhar ümitsizliğe kapılma! Bu dünya hayatının sarsıcı darbelerine ve gelgitlerine takılıp kalma. Bazen korku hali galip gelir, ruhunun kararan kıvrımlarında endişeler hüküm sürer. O zaman ameline daha çok sarılır, Rabbinin rahmetine ermek için hayır ve hasenatlarını çoğaltırsın.

Reca, kulun Cenab-ı Hak hususunda beslediği hüsn-ü zandır demiş sufiler. Zira Yüce Allah kulunun zannı üzere olduğunu buyuruyor. Kul Rabbini sonsuz rahmet, mağfiret, kerem ve lütuf sahibi olarak tasavvur ederse, Rabbinin de kuluna bu zan üzere muamele etmesi umulur.

Kulun sahip olduğu bu kuvvetli hüsnüzan onu güzel ameller işlemeye götürür. Ancak kötülük işlemeye devam edip, Allah’ın rahmetinden ümitli olan ise sahte bir reca içindedir.

O, havfı yaptığı kötülüklerden pişman olan günahkar kulun hali, recayı ise amel ve ibadetine bağlı müminin hali olarak görür.

Ey salik…

Serrac bunları biri olmadan diğeri işe yaramayan kuşun iki kanadına benzetir. Tek kanatla uçamayan kuş gibi, imanın tecellisi olan bu iki sıfattan biri kuldan çekilip alınsa onun yerini dolduracak olan ise küfürden başkası değildir.

Zira aksini düşünmeden hep Allah Teala’nın rahmetini uman ve yarın için bir hazırlığı olmayan kul büyük bir yanılgı içindedir. Zamanla bu lakayt tavrı onu günah ve isyan girdabına çeker ve küfrün karanlıklarına gömülme tehlikesi baş gösterir.

Ümidi korkusundan fazla olan kişi yersiz bir güven duygusuna kapılır. O zaman Rabbin şu uyarısına dikkat et: “Ey insan, kerim olan Rabbine karşı seni mağrur eden şey nedir? (İnfitar Süresi 6)”

Diğer taraftan recanın azalması da kulun korkusunu artırır. Korku ümide galip geldiğinde ise helake götüren ümitsizlik meydana gelir. O zaman da şu ilahi uyarıya kulak vermeli;

Her iki halde de kula düşen Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve rahmetine kuvvetle sarılırken, azabından da korku ve haşyet duymak olmalıdır.

Mutasavvıflar insanın havf ve reca hususundaki aşırılıklarına da dikkat çekmişler. Onlara göre her şey de olduğu gibi korku ve ümidin de ifrat ve tefrit hali vardır. Kul aşırılıklardan uzaklaştıkça dengeye kavuşur. Korkunun ifrat hali ümitsizlik ve karamsarlığa götürür ve bu tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.

Eğer korkunun neticesinde vera, takva ve iffet husule geliyorsa erdemli bir yola girmiş olur. Büyük mutasavvıf Ebu Talip Mekki’ye göre bu erdemler bir taraftan kulun kalbine nüfuz ederek dünya menfaatlerine karşı ilgisizlik meydana getirirken diğer taraftan bedeni davranışlarına tesir ederek günahlardan uzak durmaya ve edep kaidelerine uymasını sağlar.

Ebu Osman Mağribi (k.s.) derdi ki: “Nefsini hep ümitle meşgul eden tembelleşir, amelsiz kalır. Kendini sürekli korku ile meşgul eden ümitsizliğe düşer. Bu sebeple insan, hem ümit hem korku ile meşgul olmalıdır”

Havf ve recanın imandan olduğunu söyleyen Hz. Mevlana’ya, ümit güzel hoş da fakat korku ne oluyor diye sual edene şöyle cevap verir:

Bana korkusuz bir ümit yahut ümitsiz bir korku göstersene! Bunlar birbirinden ayrı olmadığı halde, böyle bir şeyi nasıl soruyorsun? Mesela biri buğday ekerse, elbette buğday biteceğini ümit eder. Fakat yine de Allah esirgesin, bir afet, bir engel çıkıp zarar vermesin diye içinde bir korku da vardır. Bununla anlaşılmış oldu ki korkusuz bir ümit asla tasavvur olunamaz.

Kuş misali semada özgürce kanat çırpmak ancak korku ve ümidin dengesinde gizlidir bunu da aklından çıkarma

Ey salik ve Hz. Ömer’in şu sözüne kulak ver ki ümidin ve korkun artsın da kulluğun dengeye kavuşsun vesselam!

Eğer bir kişi hariç bütün insanlar cennete girecek dense, o kişinin ben olabileceğimi düşünürüm; o kadar Allah’ın azabından, gazabından korkarım. Şayet bir kişi dışında bütün insanlar cehenneme girecek denilse, o kişinin ben olabileceğini düşünürüm, o kadar Allah’ın rahmetinden ümitliyim.

Dr. Lamia Abul (ibn Abdullah İskenderi)

Kaynak: Diyanet Aylık Dergisi / Mart 2017 / bkz: 44-45

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir