Hz. Yusuf (a.s), içinde yaşadığı evin değerini biliyor ve mahremiyetini koruyordu.
O’nun yanında ev sahibinin özel bir yeri vardı; zira O, yeryüzünde büyüklük taslayan fir’avunlardan birisi değildi. Aksine yumuşak huylu, halim selim, iyi ahlaklı ve şerefli bir kimse idi. Hz. Yusuf (a.s) da O’nu sevmiş ve hukukunu korumuştu.
Ama zamanın akıp gitmesi Hz. Yusuf (a.s)’a soylu kökünü ve kendisine miras olarak bırakılan dinini unutturamamıştı. Zira O’nun ataları Allah (c.c.)’a çağıran davetçilerdi. Öyleyse O’nun da tek olan Allah (c.c.)’a ibadet etme, iyilik yapma ve kötülüklerden uzak durma hususunda atalarının yolunu takip etmesi gerekirdi.
İçinde yaşadığı bu evin sahipleri O’nu evlatlık edinmişlerdi. Ancak bu evlatlık edinme, doğal bir oğulluk, ebeveynlik ilişkisini gerçekleştirmiyordu; Mısır Azizi Hz. Yusuf (a.s)’u güzel huylarından dolayı severken, karısı ise O’na başka duygularla sevgi besliyordu.
Hz. Yusuf (a.s), kendisine tüm dünyada var olan güzelliğin yarısı verilmiş, güzel yüzlü bir kimse idi.
Aziz’in karısı olan Hz. Yusuf (a.s)’un analığı ise, evinde ve otoritesi altında yaşayan ve kendisine yakın olan bu gence baktığında, bu genç onun aklını başından alıyordu. Hz. Yusuf (a.s) ise bu hayal edilen konumdan çok uzaklardaydı. Zira iman onun tabiatına işlemiş, nefsini temizlemiş ve Allah (c.c.)’la olan bağını güçlendirmişti. İşte bu sebeple bir çirkinliğe tevessül etmesi aklının ucundan bile geçmiyordu.
Aziz’in karısı O’nu kendisine çekmek isteyince, Hz. Yusuf (a.s.)’un içindeki, kendisine güven duygusu hemen harekete geçti ve atalarından devraldığı şeref ahitleri ile içinde barındığı, kendisine iyilik yapılan bu evin sahibine saygı göstermesi gerektiğini hatırladı. Hal böyleyken O, ev sahibinin namusuna nasıl leke sürebilirdi ki?
Evinde bulunduğu kadın, O’nun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve ‘Haydi gel!’ dedi. O da ‘Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim efendimdir ve O bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler asla iflah olmaz!” dedi (Yusuf Suresi 23)
Basit bir imanla böylesi bir imtihandan başarılı çıkmak, kesinlikle mümkün değildir. İşte bu sebeple, Allah’ın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde (kıyamet gününde), Allah’ın gölgelendirdiği yedi sınıf insandan birisinin de şu olduğu hadiste bildirilmiştir:
Makam ve güzellik sahibi bir kadın, onu kendisine davet ettiğinde, ben Allah’tan korkarım diyebilen adam Hz. Yusuf (a.s) ise, bu tehlikeli ortamda Allah (c.c.)’tan korkmaya en layık olan kimsedir.
Hz. Yusuf (a.s) kesin olarak bu günahtan yüz çevirmişti. Bunu Aziz’in karısı açıkça belirtmektedir; “…Ben O’nun nefsinden murat almak istedim…” (Yusuf Suresi 32)”
Oysa Hz. Yusuf (a.s) erkekliği tam ve olgun kişilikli bir genç idi. Ayrıca nefsi de O’na doğru meylediyordu. Ancak bunun sonucunda ölüm vardı; öyleyse bu dipsiz çukura dalması mümkün değildi. Zira şeref, din ve takva dağıtanlar, her dua ve çağrıyı kayda geçiriyorlardı.
Şayet Hz. Yusuf (a.s) soğuk karakterli, şehvetsiz bir genç olsaydı, o zaman O’nun erdemi nerede kalırdı ki?
“Andolsun ki, kadın O’na meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi O da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu O’ndan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik.) Şüphesiz O, ihlaslı kullanmızdandı (Yusuf Suresi 24)“
Artık mü’mince bir savunma, yanlış ayartmaya karşı zafer elde etmiş ve Hz. Yusuf (a.s.) Rabbini zikreden, O (c.c.)’nun çizdiği sınırları aşmayan bir kimse olarak kalmıştı.
Kaynak: Muhammed Gazali / Kur’an’ın Konulu Tefsiri / bkz: 287-289