Hz Meryem, oğlu Hz. İsa (a.s.)’yı doğururken, hiçbir beşerle ilişki kurmadı. Bunun üzerine bazı insanlar şöyle dediler; İsa, Allah (c.c.)’ın oğludur!
Bu söz, aslı astarı olmayan şöyle bir zanna götürmektedir. Tüm noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah (c.c.)’la Hz. Meryem arasında özel bir ilişki vardır, Hz İsa (a.s) da bu ilişkinin ürünüdür!. Bu, uluhiyyetin konumu ile ilgili büyük bir cehalettir ve böyle bir düşünceye asla saygı duyulamaz. Bu zayıf düşünce doğrultusunda, Allah (c.c.)’ın oğlunun olması mümkün değildir.
İşte bu sebeple yüce Allah (c.c) şöyle sesleniyor:
Eğer Allah bir evlat edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O, (bu türlü şeylerden) yücedir ve O, tek ve kahhar olan Allah’tır (Zümer Suresı 4)
Evet, Hz İsa (a.s)’nın doğumu, mucize olması hasebiyle, harikulåde bir hal idi. Allah (c.c)’ın Hz İsa (a.s)’yı bu şekilde yaratması, nedensellik yasalarının kendisine hükmetmediği, aksine kendisinin bu yasalara hükmettiğini insanlara bildirmek için, kulları arasında gerçekleştirdiği alışılmışın dışındaki birçok olağanüstülüklerden birisini gerçekleştirmek istediği içindir. İşte bu sebeple
Hz. Meryem ve Oğlunun hayat hikayesini, yine bunun gibi alışılmışın dışında olağanüstü olaylardan birisi olan ve Hz. Meryem olayını bundan daha iyi anlatabilecek bir işaretin olmadığı, Hz. Zekeriyyâ (a.s.) ve hanımının kıssasından sonra zikretmiştir.
Hz. Meryem, daha annesinin karnındayken, Mescidi Aksa’nın şiarlarını koruyacak, onun içinde sürekli Allah (c.c)’a ibadet edecek ve tüm insanlara örnek olacak bir bekçi olarak adanması sebebiyle, beklenilmeyen bir çocuktu.
“İmran’ın karısı şöyle demişti: Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz, (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.” (Al-i İmran Suresi 35)
Fakat bir de ne görsün, beklenilen çocuk, kız çocuğu olarak gelmesin mi?
Annesinin emellerini gerçekleştirmek için bu kız çocuğu ne yapsındı ki? Zira adakta bulunmuş olduğu görevin yerine getirilmesi için, ancak gerçek bir erkeğin seçilmesi gerekirdi. Ümit ettiği erkek çocuk, genelde korunmaya ihtiyaç duyan kız çocuğu gibi değildi elbette.
Ama bu şaşkın anne, kız çocuğunun, dünya ve ahirette seçkin ve Allah (c.c.)’a yakın olan kimselerden bir insan doğuracağını ve beşikte iken onun bakımını üstleneceğini, nereden bilsindi ki! Tıpkı Hz. Musa (a.s)’nın annesinin Hz. Musa (a.s)’yı ve Hz. Muhammed (a.s)’in annesinin de Hz. Muhammed (a.s)’in bakımını üstlendiği ve koruyup gözettiği gibi.
Ulü’l Azm” peygamberlerden üçünün de, güçsüz ve zayıf kadınlar tarafından bakılması, korunması ve geçimlerinin sağlanması, bu peygamberlerin çocukluklarında, maddî güçlerden soyutlanarak sadece alemlerin Rabbine güvenip dayanan kadınların kanatlarının altında olmaları, çok enteresandır.
Alicenaplığı, soyluluğu, diğerkamlığı ve imanı vesilesiyle, zirveye ulaşan kadınlar vardır. Fakat realite, (tıpkı) Resulüllah (a.s)’ın dediği gibidir; “Erkeklerden kamil vasfa sahip olanlar çoktur. Kadınlardan ise ancak çok az bir kısmı, kamil insan olabilir.”
İmran’ın karısı, Rabbine şöyle seslenmişti; “Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken, dedi ki: Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu, senin korumanı diliyorum. O anda Rabbi onu (Meryem’i) güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki (çiçek) gibi yetiştirdi (Al-i İmran Suresi 36-37)”
Hz. Zekeriyya (a.s), Meryem’in geçimini üstlendi. Ο (a.s), yaşlı ve zayıf bir kimse idi ve önceden hiçbir doğum yapmamış, kısır bir de karısı vardı. İsrailoğulları’na karşı kötü bir zanna sahip olmasına ve ölümden sonra da bu halkın sapıtmasından korkmasına rağmen, onların önderliğini kendisinden miras olarak alabilecek bir çocuğun olmaması sebebiyle, Hz. Zekeriyya (a.s) çok üzgündü. Ne var ki O (a.s) buna katlandı, sabretti ve ailesine misafir olarak gelen kız çocuğu Meryem’i, büyütmeye başladı.
Hz. Zekeriyya (a.s.) evinde yeni şeylerin olduğunu ve bakımını üzerine aldığı bu garip kız çocuğuna gaybden yiyecekler gönderildiğini fark etti;
“Zekeriyya, onun yanına her girişinde orada bir yiyecek bulur ve Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?’ der, o da: ‘Bu, Allah katındandır. Allah dilediğine sayısız rızıklar verir’, derdi (Al-i İmran Suresi 37)
İşte bu cevap Hz. Zekeriyya (a.s)’nın kalbindeki ubudiyyet faktörlerini harekete geçirdi ve hemen oracıkta Rabbine dua etmeye başladı: “Ya Rabbi! Bu kız çocuğu için, kevni yasaları delecek alışılmışın dışında ve hiçbir şeyin engel olamayacağı kudretinle, ona gökten rızıklar indirdin. Öyleyse beni de yüce fazlı kereminden mahrum etme. Zira sen kısır bir eşi, çocuk doğurabilecek verimli bir hale getirebilirsin. Yaşlı erkeği de çocuk yapabilecek güce kavuşturabilirsin ve bizleri de, göz aydınlığımız olacak bir çocukla rızıklandırabilirsin:
“Hemen orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin. Zekeriyya mabedde namaz kılarken, melekler ona şöyle dediler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir “Kelime”yi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak, Yahya’yı müjdeler.” (Al-i İmran Suresi 38-39)
Artık bu ümitsiz eşlere tekrar hayat gelmişti; Kısır kadın çocuk doğurdu ve hem kısır hem de yaşlı olan erkeğin gücü ve kudreti tekrar geri geldi ve eşini hamile bıraktı. Allah (c.c.) istediği zaman, tüm sebepler onun emrine itaat eder. Zira O (c.c.), dilediğini yaratır ve istediği şeyi yapar.
İşte Allah (c.c.’a itaat eden ve hayırlarda yarışan bir çerçevede yetişti Hz. Meryem. Bu öyle bir çevreydi ki o, tabiat kanunları doğrultusunda yaşam sürdürmekten daha çok, İlahî himayenin gözetiminde yaşam sürmekteydi. Bu sebeple, ergenlik çağına geldikten sonra Meryem’in aklına bile gelmeyecek bir hitapla meleklerin ona gelmesinde hiçbir gariplik yoktur.
Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor; Adı Meryem oğlu İsa’dır. Mesih’tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır. O, salihlerden olarak, beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara konuşacak. Meryem: Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece “Ol” der; o da hemen oluverir (Al-i İmran Suresi 45-47)
İşte böylece Hz. Meryem korkunç bir tecrübenin içine girmiş ve her bakire kızın kendisinden utanacağı ve ölümü temenni edeceği bir sorumluluk yüklenmiş oldu. Ne var ki Allah (c.c.)’ın kelimesi tamamlanmıştı. Böylece Meryem oğlu İsa (a.s.) esrarengiz bir şekilde doğdu.
Hz. İsa (a.s.), hatalarını düzeltmek, gururlarını kırmak ve mütevazi bir ibadetle Allah (c.c)’a ve insanlara karşı yumuşak kalpli olmalarını sağlamak için, İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildi. İnsanlar, Hz. Meryem’in doğup büyüdüğü nübüvvet evine saygı gösteriyorlar, şeref, asalet ve fazilet bakı-mından oğlunun anlattığı şeyleri ve hayatında gerçekleşen rahmet ve nimetleri takdir ediyorlardı. Ancak İsrailoğulları’nın ise kendilerine has başka bir konumu vardı.
Onlar gözlerinin önünde gerçekleşen mucizeyi inkar et-tiler. O (a.s)’nun peygamberliğini kabul etmediler ve kendi inkarcılıklarına kötülüklerin en kötüsü olan başka bir şüpheyi daha eklediler; Hz. İsa (a.s)’nın doğumunun ilahi bir mucize değil, aksine Meryem’in, kendisine evlenme teklifi yapan Yusuf enNeccâr ismindeki bir kişi ile işlemiş olduğu İnsanî bir suç olduğunu iddia ettiler. Böylece inkarcılıklarının yanına, bir de iftiracılıklarını eklediler.
Problem gayet basit ve fark çok açıktır. Önemli olan Hz İsa (a.s.)’nın, tanrı ya da tanrının oğlu değil, Allah (c.c.)’ın kulu ve Resulü olduğuna kesin olarak inanmaktır.
Ancak, Al-i İmran Suresi bizlere, Medine’ye gelip Hz. Peygamber (a.s.) ile onun, getirmiş olduğu inanç hususunda tartışan Hristiyan elçiler gruhunun hikayesini anlatmaktadır. Bu elçiler, Hz. Peygamber (a.s)’e şöyle diyorlardı:
Şayet Hz İsa (a.s) beşer ise, o zaman onun babası kimdir? İşte onun babası bizzat Allah (c.c.)’tır. O (a.s) ise, sadece şekil bakımından insandır, o kadar!
Resûlullah (a.s) ise, bir kimsenin insan olarak babasının olmaması, onun, Allah (c.c.)’ın oğlu olmasını gerektirmeyeceği hususunda onlarla tartışmıştır. Şayet durum onların iddia ettiği gibi olsaydı, ilahlığa en öncelikli kişi Hz. Adem (a.s.) olurdu, zira onun ne annesi, ne de babası vardır.
“Allah nezdinde İsa’nın durumu tıpkı Adem’in durumu gibidir. Allah O’nu topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi ve oluverdi. Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyleyse sakın şüphecilerden olma.” (Al-i İmran Suresi 59-60)
Kaynak: Muhammed Gazali / Kur’an’ın Konulu Tefsiri / bkz: 52-57