1. Anasayfa
  2. İslam İlmihali

İlim Tahsil Etmek İsteyen Kişiye Düşen Görevler


İlim öğrenen kimsenin uyması gereken edep kuralları pek çoktur. Fakat söz konusu edep kurallarının bölümleri arasında dokuz görev yer alır ki bunlar ;

Öncelikle nefsini çirkin huylardan ve kınanmış sıfatlardan arındırması gerekir. Çünkü ilim kalbin, sırrın namazı ve batının yüce Allah’a yakınlaşmasıdır. Nasıl ki harici uzuvların görev olan namaz ancak bedeni maddi ve manevi kirlerden temizlemekle yerine getiriliyorsa batının ibadeti ve kalbin ilimle mamur edilmesi de ancak kalbi çirkin huylardan ve pis sıfatlardan temizlemekten sonra gerçekleşir.

Batının kirlerinden kurtulmak, beden kirinden kurtulmaktan daha önemlidir. Hz Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: İçerisinde köpek bulunan eve melekler girmez

Hal böyle olunca, nasıl olur da ilmin nuru heva, şehvet, kin, kibir ve kendini beğenme kirleriyle dolu olan kalp evine girebilir? Bütün bu sıfatlar durmadan havlayan birer köpektir. Hayır, aksine bu sıfatlarla dolu kalp sadece görünüşte kalptir. Gerçekte ise bir köpektir.

Kötü huylar ilim öğrenmekle ortadan kalkar, nasıl olur da ilim öğrenmeden önce onlardan kurtulabilirim diye sorulursa cevabı şudur:

Bu kötü huyları ortadan kaldırmak Allah’ın emrini bilmenin bizatihi kendisidir. Söz konusu huylar ortadan kalktığında Allah’ı bilmek hasıl olur ve bu da O’nu tanımayı zorunlu hale getirir.

Aklı meşgul eden ilgi ve alakaları azaltmak gerekir. Fikir ve düşünce bir yere odaklanmayıp dağılırsa hakikatleri idrak edemez ve suyu oraya buraya dağılmış, bir kısmını toprak emmiş, bir kısmı buharlaşıp havaya karışmış ve bu yüzden tarlaya ulaşamayan su kanalına benzer. İçerisinde bir miktar su kalmış bile olsa, tarlayı sulamaya yetmez.

Hastanın doktora teslim olması gibi hocasına teslim olması, ona boyun eğmesi ve hizmetinde kusur etmemesi gerekir.

Kibirlenerek sürekli ilerlemeye önem vermeyip yeni şeyler öğrenmekten uzak duran kimse cahildir. Çünkü ‘Hikmet (bilgi) müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa alsın’

Sonra yağmurun yağmasıyla yumuşak toprağın düzleşmesi gibi, bütün parçalarının ilmi almada düzleşmesi için kalbini hazır edip gayretini ve aklını toplar. Öğrenci bu sırada kendi görüşünü bırakıp öğretmeninin görüşünü kabul etmelidir. Çünkü öğretmenin hatası, öğrenciye kendi doğrusundan daha hayırlıdır.

Yüce Allah Hz Musa ile Hz Hızır‘ın başlarından geçenleri anlatarak öğrencilerin dikkatini şöyle çekmektedir : “Eğer bana tabi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiç bir şey hakkında bana soru sorma dedi (Kehf Süresi 70)”.

İlimle uğraşan kişi, öğrendiği ilim ister dünyaya ister ahirete dair olsun işin başında alimler arasındaki ihtilaflara kulak vermemelidir. Çünkü ihtilaflara kulak vermesi aklını şaşırtır, zihnini yorar ve istediği şeyi anlamaktan ümidini kestirir.

Aksine, önce hocasının yoluna uymalı, sonra ihtilaflı görüşlere ve şüpheli durumlara kulak vermelidir. Eğer hocası bir görüşle meşgul olmayıp adeti konu hakkındaki görüşleri ve neler denildiğini nakletmekten ibaretse o hocadan uzak dursunlar. Çünkü böyle hocalar doğruyu göstermekten çok öğrenciyi saptırırlar.

Övülmüş olan ilimlerin bütün dallarını inceleyip maksat ve gayelerine vakıf olmalıdır. Sonra ömrü elverirse bu dallarda derin bilgi sahibi olmayı isteyebilir. Aksi halde en önemli olanlarıyla meşgul olmalıdır. Çünkü ilimler derecelerine göre kulu ya yüce Allah’a götürürler veya bu yolda ona bir çeşit yardım ederler.

Her ilmin en güzelini almalıdır. Çünkü ömür bütün ilimleri öğrenmek için çok kısadır. Sonra bütün gücünü ilimlerin en şereflisine harcar. Söz konusu ilim, kişiye Ebu Bekir Sıddik (r.a)’ın elde ettiği yakin bilgiyi kazandıran ahiret ilminin ilişkin ilimdir. Hatta Hz Peygamber (s.a.v) onun için şöyle bir şahitlikte bulunmuştur: ‘Ancak o, kalbinde kesinlik kazanmış olan bir şeyle sizi geçti’

İlimlerin en şereflisini elde etmeye neyin vesile olduğunu bilmelidir. İlimlerin en şereflisi Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve bilgileri öğrenmeye götüren yolu bilmektir.

Öğrencinin öncelikli maksadı batınını süslemek ve onu erdemlerle güzelleştirmektir. Son maksadı ise yüce Allah’a yakın olmak ve O’na yakın olmanın (mukarrebler) komşuluğuna yükselmektir. Öğrendiği ilimle lider olmayı, para kazanmayı veya akrabalarına karşı övünmeyi amaç edinmemelidir.

Bu niyeti samimi olursa sadece ahiret ilmini talep eder. Ahiret ilmi, diğer ilimlerin yanında mücahidin yüce Allah’ın rızasını amaçlaması gibidir. Böylesi dünyada ganimet, ahirette ise ecir elde eder. Kuşkusuz cihada yardımcı olan, savaşçılarına su veren ve bineklerini bekleyen kimselere de sevap vardır. Fakat derecesi en yüksek olan kişi cihadında samimi olandır.

Yüce ve yakın olanı uzak olana, önemliyi önemsize tercih edebilmesi için ilimlerin maksatla ilgili olup olmadığını bilmelidir. Kuşkusuz fıkıh ilmi azık ve binek hazırlamaya, batıni kirlerden arındırmak ise çöllere girip engebelli dağları aşmaya benzer. Allah’ı, sıfatlarını ve fiillerini bilmek ise bizzat hac ve haccın rükünleri yerine geçer. Herkesin bir mertebesi vardır. Kendisine bir şey söylenip de onu tasdik eden kimse, bizzat görüp emin olan kişiye benzemez.

Bil ki yakınlığını elde etmek amacıyla yüce Allah’a koşup yönelen beden değil, kalptir. Burada kalp demekle gözle görülen et parçasını kastetmiyoruz. Aksine, bizim kastettiğimiz kalp yüce Allah’ın sırlarından biri olup duyularla idrak edilemez ve onun latifelerinden biridir. Bazen ona ‘ruh’, bazen de ‘nefs-i mutmainne’ denilir.

Şeriat ona kalp demiştir. Çünkü o ilk binektir (matıyye). Sır da böyledir. Onun vasıtasıyla bütün beden söz konusu latifenin bineği ve aleti olmuştur. O, hac yolundaki insanın devesi gibidir.

Kendisini fıkıh ilmine adamış olan kişi nefsiyle mücahede edip kalbini ıslah etmezse deveyi ve yemini, erzak çantasını ve bezini satın almakla uğraşıp hac yolculuğuna başlamayan adama benzer. Bütün ömrünü fıkıhla ilgili tartışmalarla geçiren kişi erzak çantasının dikilmiş olduğu deriden ipleri sağlamlaştırmaya çalışan adama benzer.

Örneği verilen bu iki kişinin kalbini ıslah etme yoluna giren kimseyle olan münasebeti, söz konusu adamların hac yoluna çıkıp onun rükünlerini yerine getiren kimseye münasebeti gibidir.

Kaynak: İbnü’l-Cevzi / Minhacü’l-Hasıdin Ve Müfidü’s-Sadıkin / C:1 / bkz: 61-65

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir