İlme’l-Yakin: Ortaya çıkan gerçeği kabul etmektir. Gerçekliği kesin olan gayb da olsa kabul etmektir. Hakla kaim olana vakıf olmaktır.
1-) Hak Teala cihetinden zuhur eden her şeyi kabul etmektir. Allah’tan zuhur eden şey ise onun emirleri, nehiyleri, şeriatı ve bize onun resullerinin dili üzere gelen dinidir. Böylece biz, bu dini kabul eder, ona boyun eğeriz
2-) Hak için gayb olan şeyi kabul etmektir. Hak Sübhanehu resulleri aracılığı ile haber verdiği cennet, cehennem, sırat, mizan, hesap, semanın parçalanması ve infitarı, yıldızların yayılması, dağların atılması, alemin dürülmesi gibi gaybi şeylere iman etmektir. Berzaha , nimetlerine ve azabına iman etmektir. Bütün bunlara iman, tasdik ve kesinlik bakımından kalpte hiçbir şüphe, unutma ve gaflet olmaksızın kabul etmek yakindir.
3-) İlimleri, sıfatları ve fiilleri gibi Hak Sübhanehu’yla var olan şeye vakıf olmaktır. Bu da temeli isim ve sıfatları ispata dayanan tevhid ilmidir. Bunun tersi ise, isim ve sıfatları atıl ve yok saymak (ta’til), Allah’ı aciz görmektir. Öyle ise bu tevhid,ta’tilin (sıfatları işlevsizleştirmenin) mukabli olan şeydir.
İradi, kasdi olan tevhide gelince, bu da amel ve ibadeti sadece Allah için halis kılmaktır. Bu tevhidin mukabili de şirktir. Allah’ı, sıfatlarından soyutlamak şirkten daha kötüdür. Çünkü sıfatları kabul etmeyen, Allah’ın varlığını ve varlığının kemalini kabul etmiyor demektir. Bu, gerçek anlamda ilahi hakikati inkar etmektir.
Öyle ise işitmeyen, görmeyen, konuşmayan, memnun olup kızmayan, hiçbir şey yapmayan, alemin ne içinde ve ne de dışında olan, ne aleme bitişik ne de ondan ayrı olan, ne aleme yakın ne de uzak olsun, arşın ne altında ne üstünde, ne önünde ne arkasında, ne solunda ne de sağında olan bir varlık, yokluğa (adem) müsavidir. Yani yok demektir.
Müşrik ise, Allah’ı ve sıfatlarını ikrar eden, fakat Allah ile beraber başkasına da tapar. Sonuçta müşrik, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kabul etmeyenden daha hayırlıdır. Öyle ise yakin, Halık’ın isimleri, sıfatları, kemali ve tevhidiyle kaim olan şeye vakıf olmaktır. Bu üçü, emir ve nehiy ilmi (fıkıh); isimler, sıfatlar ve tevhid ilmi (kelam), mead ve ahiret günü ilmi ilimlerin en şereflisidir.
Ayne’l-Yakin: Bu, istidlali bilgiden istidlali bilgiyle, haberden bizzat görmekle müstağni olmaktır.
Ayne’l yakin, ilmin perdelerini şühudun yakmasıdır. İlme’l yakin ile ayne’l yakin arasındaki fark, haber-i sadıkla görme arasındaki farka benzer. Hakke’l yakin bunun da üstündedir. Bazen üç dereceye şöyle bir misal getirilir:
Birisi sana yanında bal olduğunu haber verdi. Sen de onun doğruluğundan şüphe etmiyorsun. sonra sana, onu gösterdi ve yakini bilgin arttı. En sonunda o baldan tattın. Bu durumda birincisi ilme’lyakin, ikincisi ayne’l yakin, üçüncüsü de hakka’l yakindir.
Biz şimdi, cennet ve cehennemi ilme’l-yakin olarak biliyoruz. Cennet muttakilere yaklaştırılınca, onlar onu müşahade ederler. Cehennem ortaya çıkınca da taşkınlar onu müşahade ederler. İşte bu ayne’l-yakindir. Cennettekiler cennete ve cehennemlikler de cehenneme girdiği zaman bu da hakka’l-yakin olur.
Hakka’l-Yakin: Bu, keşfin aydınlığında sefere çıkmaktır. Sonra yakin külfetinden kurtulmak ve en sonunda hakka’l-yakin de fani olmaktır.
Bil ki, bu alemde bu dereceye sadece resuller ulaşabilirler. Bizim Nebimiz (s.a.v) bizzat gözüyle cennet ve cehennemi gördü. Musa (a.s) doğrudan doğruya kendisine gelen Allah’ın kelamını işitti. Allah onunla konuştu. Musa 8a.s) O’na bakarken, Allah dağa tecelli etti ve böylece dağ paramparça oldu
Allah’ı apaçık görmekle, doğrudan kelamını işitmekle, mead ve ahiretle ilgili şeylere gelince, bu alemde müminlerin payı iman ve ilme’l-yakindir. Hakka’l yakin ise Allah’la buluşma vaktine ertelenmiştir.
Kaynak: İbn Kayyım El-Cevziyye / Medaricu’s Salikin (Kur’ani Tasavvufun Esasları) / bkz 822-824