1. Anasayfa
  2. Uncategorized

İman ve İstikamet Üzerine Yaşamak


İman ve istikamet üzere yaşamak, insana hem dünyada huzur hem de ahirette kurtuluş vadeder. Rabbimizin bize verdiği ömür sınırlıdır ve her geçen gün aslında hesabımıza yazılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de de (Mü’minun Suresi 113) hayatın sayılı bir süre olduğuna dikkat çekilerek insanın bu zamanı iman ve salih amellerle değerlendirmesi öğütlenmiştir.

Belki nisyan ile malul oluşumuzdan, belki nefsin ve şeytanın iğvasına kapıldığımızdan çabucak geçen bu dünya hayatına dalıyor ve asıl hayatımız olan ahiret yurdunu unutuveriyoruz. Belki de dünya hayatının hepimizi büyüleyen ihtişamlı cazibesi kuşatıveriyor bizi: Daha çok kazanma, daha güzele kavuşma arzusu; makam ve mevki hırsı, daha konforlu bir yaşam hayali… Bu doyumsuzluğun ilacı, Efendimizin ifade ettiği gibi bir avuç topraktan başka bir şey değil aslında

Zaaflarımız bunlarla da sınırlı değil. Bu zaaflar birleştiğinde önemli olan ne varsa hepsini bir bir unutuveriyoruz. Bizi en güzel şekilde yaratıp, endamlı kılan Rabbimizi unutuyoruz en başta: “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı? (İnfitar Süresi 6-8)”

  • Topraktan geldiğimizi, toprağa gireceğimizi ve sonra O’nun huzuruna varıp yaptıklarımızın hepsinin hesabını teker teker vereceğimizi…
  • Canın, hayatın, çevrenin velhasıl her şeyin elimizde bir emanet olduğunu…
  • Bize emaneten verilen canlarımızı “sayılı zaman” dilimi bittiğinde ertelenmeden teslim edeceğimizi (Münafikun Süresi 11).
  • Oysaki ne yarının bizim için neler getireceğinden haberdarız, ne de bu emaneti nerede teslim edeceğimizden (Lokman Süresi 34).

Lokman Hekim oğluna sorumluluk duygusu aşılamaya çalışırken (Lokman Süresi 16), kıyamet gününde onun için elinden bir şeyler gelmeyeceğinin farkındaydı. Amacı, canından bir parça olan oğlunu, geleceğinde şüphe olmayan çetin bir güne hazırlamaktı. Sonuçta bütün tavsiyelerine rağmen oğlunu ikna edemeyen Nuh gibi olmak da var bu hayatta (Hud Süresi 42-47)

Bu gidiş nereye?

İnsanlığın giderek kan ve gözyaşına boğulduğu dünyamızda önce insanlığımızı mı sorgulamalıyız yoksa İslamlığımızı mı?

Hangisinden başlasak acaba… Aslında bu soruyu sormak ve bir yerden başlamaktı önemli olan. 21. asır dünyasına şöyle bir göz attığımızda onca güzelliğe rağmen insanlığımızın da Müslümanlığımız üzerinden sorgulanması kaçınılmaz bir hal alıyor.

İnsana verilen değer hiç bu kadar azalmamıştı… Farklı kaygılar, ekonomik hedefler ve menfaat eksenli dünya düzeninde birbirini sömürme yarışına girmiş olan insanoğlu…

İnsanca yaşamaktan başka hedefi olmayan anaların babaların ve bebeklerinin, insanlığın gözü önünde ölüme terk edilmesi… Kudüs’te, Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta, Bosna’da, Myanmar’da, Doğu Türkistan’da ölen insanlıktı.

İnsanlık günden güne yok oluyor, umutlarını uçsuz bucaksız okyanuslara bırakıyordu. Ya Müslümanlık?

Müslümanlığın yansımalarının görülebildiği hangi alana baksak acaba…

  • Pamuk ipliğine bağlı ibadet hayatımıza mı?
  • Acınası bir halde olan insani ilişkilerimize mi?
  • Bizi biz yapan ahlaki ilkelere mi?

Ya haramlar ve günahlar hususundaki durumumuz!…

İnsanla ve varlıkla olan ilişkilerimiz asıl sorgulamamız gereken alanı ifade ediyor. Bu alanda gerçekten ciddi bir sıkıntı içinde olduğumuzu söylersek abartmış olmayız. En başta sosyal ilişkilerimiz aşınmayı ortaya koyar nitelikte. Bu alanda başta anne baba, evlat ilişkileri olmak üzere akraba ilişkilerinde ciddi problemlerimizin olduğu muhakkak…

  • Ya Müslümanlığımızın simgesi olan yüce ahlaki ilkelerimize ne demeli?
  • Doğruluk, adalet, dürüstlük ve güvenilirlikten başlayalım işe.

Bugün en büyük toplumsal problemlerimizden biri, Kur’an’ın ısrarla vurguladığı bizi takvaya ulaştıran başta “adalet” olmak üzere yüce değerlerin yitirilmesi değil midir? Oysaki Kur’an, düşmana muamelede bile adaletli olunması gerektiğini emreder (Maide Süresi 8).

Karşımızdakine zengin olsun, fakir olsun, yakın olsun uzak olsun adaletle muamele etmek Allah’ın emridir (Nisa Süresi 135).

Emanetin ehline verilmesini ifade eden ayet-i kerimeler açık bir şekilde bu konuda bizi hassas olmaya davet etmektedir (Nisa Süresi 58). Şüphesiz ki, adalet mülkün temelidir; emanetin zayi olması kıyametin alametidir. Öyleyse bu temel hasletlerin yitirilmemesi gerekir.

Ya kardeşlik algımıza ne demeli. Kur’an, Ancak müminler kardeştir (Hucurat Süresi 10) demektedir. Kur’an’ın bütün müminleri kardeş kılan bu açık emrinin hilafına sadece “kendi cemaatinden/cemiyetinden mensup olanı ya da ihvanını” kardeş edinen Müslümanın durup düşünmesi gerekmez mi?

  • Özden kopuşun, istikametten ayrılışın en önemli göstergelerinden biri bu değil mi?
  • Ve bu gidiş nereye demeyi haklı kılmıyor mu?

Tabii burada cömertlik, diğerkamlık, isar gibi infak yaşamımızı ilgilendiren hususlarda nispeten başarılı olduğumuzu söyleyebiliriz. Elhamdülillah vermeyi, ikram etmeyi seven bir milletiz.

Ölçülerin şaştığı anlarda Müslüman açısından yapılacak şey bellidir.

İnanç, ibadet, muamelat, insani ilişkiler, varlıkla ilişkileri hususunda kendi ölçülerimiz bir kenara bırakılıp Allah ve Resulünün bize hayat bahşeden ölçüleri esas alınmalıdır.

Zira ölçü şaşarsa istikamet de kaybolur. İstikamet ise bir Müslüman için çok önemli bir duruştur. Bu nedenle Kur’an’da rabbimiz açıkça, “Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol, hak ve adalet ölçülerini aşma (Hud Süresi 112) buyuruyor.

Bir diğer ayette aynıyla tekrarlanan bu emir cümlesine ayrıca, “başkalarının heva ve hevesine uyma” emri eklenerek istikametin çerçevesi çizilmiş oluyor. Ayetin devamında, “adaleti gerçekleştirme görevinden ve dönüşün Allah’a olduğundan bahsedilmesi oldukça manidardır (Şura Süresi 15).

Ayet-i kerime istikametin, heva ve hevese uymaksızın sadece Allah’ın emrettiği gibi dosdoğru olarak ve adaletten ayrılmadan yaşamakla gerçekleşebileceğini vurguluyor ki bu da asıl ihtiyaç duyduğumuz husustur.

Kısaca istikamet; O’nun istediği tutumları sergileyerek yola koyulmak, yoldan ayrılmamaktır.

İstikamet; Mutedil olmak, orta yolu takip etmek ama asla yoldan çıkmamaktır. Eğrilmeden bu ilkeler üzere sebat etmektir. Rabbimizin gösterdiği dosdoğru yolun dışındaki yollara, hevaya ve hevese uymamaktır

Haddi aşmamaktır. Ölçüyü şaşırmamaktır. Haktan, hakikatten, adaletten ayrılmamaktır. Aksi takdirde insan ölçüleri yitirir, yolunu kaybeder. Öyleyse işin içine kendimizi de katarak hep beraber “bu gidişe bir dur demeli”, samimiyet ve ihlasımızla emrolunduğumuz gibi dosdoğru bir yaşam gayretinde olmalıyız.

Kaynak: Dr. Fatih Yücel (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi) / Diyanet Aylık Dergisi / Ocak 2016 / bkz: 37-39

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir