1. Anasayfa
  2. Güzel Ahlak

İnsanın En Büyük Düşmanı Nefsidir


Nefsin pek çok tanımı yapılmıştır. Ama genel anlamda nefis; kötü huyların, çirkin vasıfların, şerrin ve kötülüğün esası olan bir latifedir diye tanımlanmıştır.

Öyle ki o sadece kötülük isteyen, insanı daima kötü şeylere sevk eden, kötülük yapmaktan zevk alan, kötülüklere sebep olan, menfaat duyduğu şeylere kul ve köle olan, bütün gücüyle dünyaya, maddiyata yönelmeyi maneviyata yönelmeye tercih eden, insanı cehenneme götürecek her ne varsa ondan hoşlanan ve lezzetlenen, insana daima tuzak kuran, muhalefet ederek Allah’ın rızasını kazanması için imtihan vesilesi olarak insana verilmiş olan bir latifedir.

Tasavvufun konusu, belli usul ve kaidelerle işte bu nefsi terbiye ve tezkiye etmek, onun isteklerini azaltarak, beden üzerindeki hakimiyetini kırmak suretiyle ruhun hükümranlığına imkan sağlamaktır. Zülcelal’in rızasına giden cennet yolundan ayıran bir düşmandır.

Nefis, insanın Allah ile arasında karanlık bir perdedir. Bununla beraber nefis, Allah’ın rızasına giden cennet yolunda insanın bineğidir. Eğer insan bu yolda mesafe kat etmek istiyorsa, bu bineğe ihtiyacı vardır.

İnsan ancak nefsini bilir, onun hile ve tuzaklarını öğrenirse Allah-u Zülcelal’in kudret ve azametini idrak edebilir, emir ve nehiylerini yerine getirebilmek için gayret sarf eder. Nefis daima hata ve günahlara, keyf-ü sefaya meyillidir. Onun için Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede; “Çünkü nefis, daima kötülüğü emreder (Yusuf Süresi 53)” diye buyurmuştur.

İnsan, eğer Allah’ın rızasını kazanıp, baki olan ahiret hayatında rahat etmek istiyorsa nefsini, cennetin yoluna çevirerek kibir, ucub, riya, cimrilik gibi kötü sıfatlardan temizleyerek, Allah’ın rızasına yönlendirmesi lazımdır; Böylece, “Onu (nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir (Şems 9)” ayet-i kerimesinin hükmü altına girerek ebedi saadeti elde edebilir. Ama bunun aksine insan nefsini şımartır, onun bütün arzu ve isteklerini kayıtsız şartsız yerine getirirse, yani onun nefsinin emrine, hizmetine girerse kendisini ateşe atmış olur.

Şeytan, insana nefsinin gölgesinden gelerek onu, günaha sürüklemek için çaba harcar. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (s.a.v), bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur; Sizin en büyük düşmanınız koltuğunuzun altında saklamış olduğunuz nefsinizdir.

Nefsin isteklerini ne kadar yerine getirirsek getirelim, o daima daha fazlasını ister.

Onun kötü ve şer istekleri hiç bitmez. Nitekim Firavunu peşinden sürüklemiş ve en sonunda; “Ben sizin en yüce Rabbinizim (Naziat 24)” dedirtmiştir.

Bu yüzden, nefse karşı çok dikkatli olmak ve onun isteklerinin peşinden koşmamak lazımdır. Çünkü nefis, kendi haline bırakılırsa azgınlaşır ve sahibini de beraberinde ateşe sürükler.

Nefis, sahibini günaha sürükleyen bir casus gibidir.

Onun bu casusluğundan muhafaza olmak için onu tanımak lazımdır. İnsanın görevi, nefsinin arzu ve isteklerini tamamen terk etmek değil, terbiye etmek suretiyle Allah’ın yoluna çevirmektir. Bunu yapabilmek için de nefsi ve nefsi saran kalbi hastalıkları iyi bilmek, tanımak ve tedavi etmek için mücadele etmek gerekir…

Nefisle mücadele onu tanımakla mümkündür. Allah’ın rızasını arayan kimsenin görevi, nefsini terbiye etmek suretiyle ıslah etmeye çalışmaktır. Bazı Müslümanlar:

Allah Gafur’ur-Rahim’dir, nasıl olsa bizi affeder” diyerek aldanırlar ve görevlerini yerine getirmezler.

Oysa Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede; “Ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et (Hicr 99)” buyurmuştur.

Bu ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, insan son nefesini verinceye kadar, nefsi ile mücadele etmeli ve Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirmek için gayret göstermelidir.

Her ne kadar ümit etmek güzel bir hal ise de, hiçbir şey yapmadan sadece ümit etmek çok yanlıştır. Çünkü Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede; “İnsan için çalışıp kazandığından baş ka bir şey yoktur (Necm 39)” buyurmuştur.

Akıllı kimse, nefsini hakir görüp ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Aciz kimseyse, nefsinin arzu ve isteklerine uyan, sonra da Allah’ın rahmetini ümit edendir.

Maalesef kendimize çok yabancıyız ve kendimizi tanımaktan çok uzağız. Halbuki Allah-u Zülcelal, bize her şeyi inceden, inceye bildirmiştir. Fakat insan olarak bizler bu işin zorluğunu göz önüne alarak, bu mücadeleden hemen yüz çeviriyoruz.

Halbuki, az da olsa, gücümüzün yettiği kadarıyla, Allah-u Zülcelal’e yaklaşmanın yollarını aramamız lazımdır. Bu da ancak nefsimizi tanımak ve onunla mücadele etmek ve ona muhalefet etmekle mümkündür. Onun için daima bir nöbetçi gibi nefsimizi gözetlememiz lazımdır.

Nefis insanı cehenneme götürür

Bir Müslümanın dinini iyi bilmediğinin işareti nedir?

Her kim nefsini sever, onunla mücadele etmez ve ona güvenirse, işte bu durum o kimsenin dinini bilmemesinin, nefsinin ne kadar büyük bir düşman olduğunun farkında olmamasının alametidir. Onun içindir ki; Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede; “O müminlerin çoğu (nefsin günaha meyilli olarak yaratıldığını) bilmiyorlar (Yunus 13)” buyurmuştur.

Bu ayet-i kerimenin ışığında, nefsimizin bize düşman olduğunu, şayet onunla mücadele etmezsek, bizi doğruca ateşe, yani cehenneme götüreceğini bilmemiz lazımdır.

Bu dünyada, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini terk edip, uyarılarına rağmen, hesap gününü unutarak nefislerinin arzularına uyup, Allah-u Zülcelal’in dosdoğru ve saadete götüren yolundan ayrılanlara, kıyamet gününde büyük ve çetin bir azap vardır.

Allah-u Zülcelal nefsimize uymamamız ve ölünceye kadar onunla mücadele edip, terbiye etmemiz için bizi uyararak; “Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmaları yüzünden şiddetli bir azap vardır (Sa’d 26)” buyurmuştur.

Bütün kötülüklerin başı, nefsin isteklerine uymaktır.

Onun için İmam-ı Şafi; “Önünüze gelen iki işten hangisi doğru hangisi yanlış diye karar veremediğiniz zaman, nefsinizin meyletmiş olduğu işin yapın. Çünkü, nefis insanı daima kötülüğe teşvik eder” demiştir.

Çakmak taşında ateş nasıl gizli ise nefsin istekleri de kalpte öyle gizlidir. Kim ki dünyaya nefsinin gözüyle bakarsa, daha dünyadayken kendi ateşini, kendi eliyle tutuşturmuş demektir.

Onun için nefsimiz bizden bir şey istediği zaman: ‘Ey nefsim! Sen başka insanların küçük kusurlarını gördüğün zaman, onları hoş karşılamıyor yeri geldiğinde tenkit ediyor, yeri geldiğinde azarlıyorsun. Ama kendini unutuyorsun.

Oysa ıslah olmak ve Allah-u Zülcelal’in rızasına giden cennet yolunda bir mesafe kat edebilmek için çaba göstermen lazımdır. Çünkü yaptığın hata ve günahlar ahiretini mahvediyor, gittiğin yoldan seni geri bırakıyor.

Böyle gidersen, baki olan ahiret nimetlerini kaybetmenin, geçici olan dünya hayatında kısa bir süre rahat etmekten daha tehlikeli olduğunu görürsün’ diye ona seslenmemiz gerekmektedir.

Nefis, çok kötü bir arkadaştır.

Ona karşı çok uyanık olmalı, kusurlarını asla küçük görmemeli ve onun, insanı helake götüren (riya, kibir, ucub vb. gibi) hastalıklarını tedavi etmenin yollarını aramalıdır. Nefsin kusur olan bu hastalıklarını tedavi edebilmenin yolu ancak o kusurları bilmekle mümkündür.

Nefsin kusurlarını bilmek için bu kusurları tedavi edebilecek bir maneviyat tabibine (Mürşid-i Kamil) başvurmalıdır. Nasıl ki insan, zahiri bir hastalığa yakalandığı zaman doktora gidip onun verdiği reçete ve ilaçları kullanmadan iyileşemiyorsa; nefsinin esaretine düşmüş, heva ve heveslerine ram olmuş insanın da tam bir ihlasla Kur’an ve sünnete uymadan ve bir Mürşid-i Kamil’in manevi terbiyesi altına girmeden nefsini tanıması ve onun şerli hastalıklardan kurtulması mümkün değildir.

Kaynak: M Enes Kır / Gülistan Dergisi / 2016 / bkz: 53-55

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir