Mükemmel İşçilik ve Önemi
İşini iyi yapan insan hem Allah’a, hem de diğer insanlara karşı sorumluluğunu yerine getirmiş bir kişi olarak gönül huzuru içinde olur. Kimseyi aldatmadığı için, kazancına haram katmamanın ve çoluk-çocuğuna haram lokma yedirmemenin manevi zevkine erer. Siyasetten ticarete, bürokrasiden özel sektöre kadar her alanda işini iyi yapan, dünyada da ahirette de kazançlı çıkar.
İşini İyi Yapmamanın Manevi Sorumluluğu
İşini iyi yapmayan, görevini savsaklayan kimse ise, kendi ihmalinden kaynaklanan maddi ve manevi zararların vebalini üstlenmiş olacağı için aslında kendisini aldatmış olur. Yüklendiği kul haklarının hesabını verememesi Allah önünde onu müflis durumuna düşürür.
Her alanda gelişmek ve ilerlemek, işi iyi yapmakla mümkündür. İnsan ancak çalışmasının karşılığını alacağı için (Necm 39-40), çalışan, işini sağlam yapan ve üstlendiği görevin hakkını veren insanlar ve toplumlar yükselmeye layıktırlar.
Başarıya ulaşacaklar, Müslümanlar veya gayri müslimler değil, Allah’ın sünnetine uyarak çalışan ve bütün tedbirleri aldıktan sonra sonucu Allah’a havale edenlerdir. Yeterince çalışmayan ve işini hakkıyla yapmayan bireylerden oluşan bir toplumu Cenab-ı Hakk’ın, sırf Müslüman olduğu için başarıya ulaştırdığı görülmemiştir. Bugünkü İslam aleminin durumu bu gerçeğin çarpıcı bir ifadesidir.
Geçmişte dünyaya örnek olacak parlak bir medeniyet kurduğumuz için övündüğümüz atalarımız, bu başarıya ihlas ve samimiyetle çalışarak, işlerini iyi yaparak ulaşmışlardır. Örneğin, asırlara meydan okuyan Mimar Sinan’ın şaheserleri, onun sanat dehasının yanı sıra, kılı kırk yaran titizliğinin ve işini en iyi şekilde yapma kaygısının bir sonucudur.
Batı’nın Rönesansına zemin hazırlayan orta çağ İslam alimleri de, kendilerinden önce ortaya konmuş diğer din ve kültürlerin birikimlerini hiçbir komplekse kapılmadan değerlendirdikleri için, kendi azim ve çabalarıyla yükselttikleri ilim meşalesini kıymetini bilenlere devretmişlerdir. Bu meşale bugün Batı medeniyetinin elindeyse, bu, bizim işimizi asırlardan beri iyi yapmadığımızın ve görevimizi ihmal ettiğimizin bir göstergesidir.
Toplumsal Gelişme
Bir toplumun gelişmişlik düzeyi, bileşik kaplardaki suyun düzeyi gibidir. Nasıl ki birbirine bağlantısı olan kaplardan birine konulan su hepsinde aynı düzeyi gösterirse, bir toplumun çeşitli katmanları ve devletin farklı kurumları da benzerlik gösterir. Örneğin, eğitim kurumları iyi çalışmayan bir toplumda hem bireyler hem de diğer kurumlar bundan olumsuz etkilenir.
Diğer alanlardaki olumsuzluklar da böyledir. Aynı devlet yapısı içinde bazı kurumların çok iyi, bazılarınınsa kötü olduğu söylenemez. Görüntü farklı olsa da temel işleyiş çok farklı değildir. Bir devletin kurumları bütün olarak ya iyidir, ya vasattır, ya da kötüdür. Bu da toplumsal düzeyle yakından ilgilidir. Çünkü bu kurumlarda çalışanlar o toplumun bireyleridir ve düzeyleri, toplumun genel düzeyinden çok farklı olamaz.
Ancak işlerin iyi gitmediği bir toplumda, herkes başkalarına akıl öğretmeye kalkışır ve kendisi başa geçtiğinde her şeyin düzeleceğini savunur. Hiç kimse, kendi görevini layıkıyla yapıp yapmadığını sorgulamaz. Öz eleştiri yapmak yerine kusuru başkalarında aramaya çalışır. Kötü gidişten sorumlu olanlar hep kendi dışındakilerdir. Bu kimseler için Ziya Paşa’nın “Anlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât / Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde” beyti hatırlatıcıdır.
Bileşik kaplardaki su düzeyinin yükselmesi ancak ilave suyla mümkün olduğu gibi, yöneticisinden sade ferdine kadar herkesin işini iyi yaptığı ve üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdiği, yani mevcut duruma ilave bir çabayla katkı sağladığı zaman, toplum da devlet de hak ettiği yere kendiliğinden yükselecektir.
Yorumlamaya çalıştığımız hadis, işte bu yalın gerçeği bize hatırlatmakta; işini iyi yapmayanın, insanlar nazarında olduğu kadar Allah katında da makbul olmadığını ve kusurlu işten mükemmel sonuç alınamayacağını ifade etmektedir.
Kaynak: Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi) / Diyanet Aylık Dergisi / Aralık 2009 / bkz: 50-51
