İslam medeniyetinin temelleri, farklı inanç ve kültürlerden insanların bir arada barış içinde yaşayabilmesine dayanır. Bu ahlakın ilk ve en önemli örneği, Medine Sözleşmesi ile kurulan Medine şehir devletidir.
Günümüz dünyası bilim, teknoloji ve iletişim alanında ulaştığı yeniliklerle akla hayale gelmeyecek derecede bir gelişme elde etmiştir. Teknolojide son asırda elde edilen kazanımlar, adeta yüzyıllara meydan okur. Bu durum, bilginin, olayların bir anda dünyanın dört bir tarafına ulaştığı, mesafelerin ortadan kalkıp, zaman ve mekan mefhumunun göreceli hale geldiği ve kültürler arası etkileşimin hız kazandığı bir tabloyu karşımıza çıkarmaktadır.
Çağın insanlıkla imtihanı olan zorunlu göçler ve daha müreffeh hayat arayışları da insanları farklı ülkelerde ve farklı şehirlerde yaşamaya sevk etmektedir. Doğal olarak ülkeler, kültürler ve dinler arası iletişim artmakta, farklı kimliklerin bir arada yaşama zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Hiç kimsenin bu sürece yabancı kalması da mümkün değildir. Burada önemli olan kimliği, kişiliği, değerleri kaybetmeden, biz olabilmek ve biz kalabilmektir. Küresel ölçekte de yaşanan meydan okumalara karşı onurlu bir duruş sergileyebilmektir.
Bugün modern dünya birlikte yaşamayı çağdaşlık ve gelişmişliğin önemli göstergelerinden biri olarak kabul etmekle birlikte, dünyanın birçok bölgesinde insanlar hak ihlallerine maruz kalmaya, en temel hak olarak kabul edilen yaşama hakkı başta olmak üzere, düşünce ve inançla ilgili ihlaller yaşanmaya halen devam etmektedir.
Her insanın doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin önündeki en büyük engelin ötekileştirme, farklılıklara tahammül edememe ve farklılıkları tehdit olarak görme anlayışının olduğunu söyleyebiliriz.
İslam Medeniyetinde birlikte yaşamanın ilk tecrübesi, Medine şehir devletinde yaşanmıştır. Medine’de Müslüman, Yahudi ve müşrik topluluklarının birbirleriyle ve başkalarıyla ilişkilerini, temel hak ve görevlerini belirleyen Medine sözleşmesi bu konuda önemli bir vesikadır. Bu sözleşme, farklı din mensuplarının bir arada yaşamasına imkan vermiş olması ve bunu yasal bir zemine oturtması bakımından tarihi ve hukuki değeri haiz önemli bir belgedir.
Veda Hutbesinde de her insanın canının, malının ve inancının dokunulmaz olduğunu ve her türlü saldırıya karşı korunması gerektiğini ilan eden Peygamberimizin Medine’de oluşturduğu çok inançlı ve kültürlü yapı, bizim medeniyet anlayışımızı, insana yaklaşımımızı göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
Hz Peygamberin Medine’de ortaya koyduğu bu tecrübe, bir arada yaşama hukukunun ve ahlakının da temellerini teşkil etmektedir.
Hz Peygamberin hoşgörü, şefkat, merhamet ve affedicilik üzerine inşa ettiği toplumun yansıması Anadolu’da Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz dizelerinde dile getirilmiştir.
Anadolu coğrafyası, binlerce yıllık tarihinde farklılıkları içinde barındırmış; barış ve hoşgörüyle yaşamayı başarmış, farklılıkları birer zenginlik olarak görmüş önemli bir örnektir bizim için. Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli ve daha niceleri düşünceleri, sevgi ve hoşgörü anlayışları ile kültür ve medeniyetimizin bu alandaki sembol temsilcileridir.
Birlikte yaşama adına bugün yaşanan sıkıntılar, karşılıklı saygı, anlayış ve hoşgörü zeminini birlikte oluşturmakla sağlanabilir.
Unutulmamalıdır ki tek taraflı bir hoşgörüden bahsedilemez. Yine bir tarafın menfaat ve çıkarına zemin hazırlayan bir ilişki tarzı da kabul edilemez. Birlikte huzur ve güven içinde yaşamak için sadece yasal düzenlemeler, felsefi ve sosyolojik bakış açıları da yeterli değildir.
Her şeyden önce toplumda birlikte yaşama inancı, ahlakı ve kültürünün de oluşturulması gerekir. İnsan tasavvuru hakkında kültürümüzün yaklaşımını özetleyen Yunus Emre, birlikte yaşamanın formülünü asırlar öncesinden en güzel şekilde dile getirmektedir: Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü
Yüksel Salman
Kaynak: Diyanet Aylık Dergisi / Nisan 2015 / 231 / bkz: Editörden
