Alimlere has, ince bir ilmi araştırmadır
Birincisi: Kainatın intizam ve denge diliyle hikmetine, adaletine şahitlik ettiği Hakim ve Adil Zat, elbette insana mükafat veya ceza vesilesi olacak, mahiyeti bilinmeyen bir cüzi irade vermiştir. O Adil’i Hakim’in pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, insanın cüzi iradesinin de kaderle nasıl bir arada bulunabileceğini bilmememiz, bunların var olmadığını göstermez.
İkincisi: İster istemez herkes kendinde bir irade hisseder, onun varlığını vicdanen bilir. Birşeyin mahiyetini bilmek ayrı, var olduğunu bilmek ayrıdır. Pek çok şeyin varlığı bizce apaçık olduğu halde, mahiyeti mechuldur. İşte cüzi iradede bunlar arasında sayılabilir .Her şey bizim bilgimizle sınırlı değildir. Birşeyi bilmememiz, onun yokluğuna delil olamaz.
Üçüncüsü: Cüzi irade kadere zıt değildir. Hatta kader, onun varlığını destekler. Çünkü kader, Allah’ın sınırsız ilminin bir çeşididir. Cenab-ı Hakk’ın sonsuz ilmi, irademizide kuşatmıştır. .Öyleyse kader, iradeyi doğruluyor, onun varlığını çürütmüyor.
Dördüncüsü: Kader bir çeşit ilimdir. İlim ise bilinene bağlıdır. Bir şeyi nasıl olacağıyla ilgilidir. Yoksa bilinen şey, ilme bağlı değildir. Yani ilmin kanunları, bilineni, harici varlığı noktasında idare etmek için esas değildir. Çünkü bilinen şeyin kendisi ve harici varlığı, iradeye bakar ve kudrete dayanır. Hem ezel, geçmiş zaman silsilesinin bir ucu değildir ki, eşyanın varlığında esas tutulup ona göre bir mecburiyet düşünülsün. Aksine o geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği birden kuşatan, onlara yüksekten bakan bir ayna gibidir. Öyleyse mümkinat dairesi içinde uzayıp giden zamanın geçmiş tarafından bir uç hayal edip ona ‘ezel‘ diyerek eşyayı bir düzenle o ezel ilminin sınırlarında ve insanın kendisini de onun dışında farz etmek,ona göre değerlendirmek hakikat değildir.
Bu sırrın sana açılması için şu misale bak; Senin elinde bir ayna olduğunu varsayalım. Sağ tarafın geçmiş, sol tarafın gelecek farzedilse, o ayna yalnız kapasitesi kadarını gösterebilir, iki tarafı ancak sırayla yansıtır, çoğunu gösteremez. Hem ayna ne kadar aşağıda olursa o kadar az gösterir, yükseğe çıktıkça yansıttığı daire genişler. Gitgide iki tarafı tamamen ve birden gösterebilir hale gelir. O ayna, şu vaziyetteyken onda görünen mesafelerde gerçekleşen hadiselerin birbirinden önce mi, sonra mı, birbiriyle uyumlu mu zıt mı olduğu söylenemez.
İşte kader, Cenab-ı Hakk’ın ezeli ilmindendir ve o ezeli ilim, hadisin tabiriyle, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şeyi, nazar-ı aladan, yani en yüce makamdan, birden görür, kuşatır. Biz ve hükümlerimiz, onun dışında olamayız ki, kader sadece geçmişi gösteren bir ayna gibi olsun.
Beşincisi: Kader, bir hadisenin sebep ve neticesiyle ilgilidir. Yani şu netice, şu sebepten meydana gelecek hükmünü içerir. Öyleyse madem filan adamın filan vakitte ölmesi mukadderdir. Kendi cüzi iradesiyle tüfeğini ateşleyen adamın ne kabahati var? Ateş etmeseydi diğer adam yine ölecekti denilmemelidir.
Soru: Niçin denilmesin?
Cevap: Çünkü kader o adamın ölmesini, berikinin tüfeğiyle belirlemiştir. Eğer tüfekle ateş edilmediğini varsaysan, kaderin bu hadiseyle ilgili olmadığını kabul etmiş olursun. O zaman adamın ölmesi hakkında neyle hüküm vereceksin? Ya Cebriye mezhebi gibi sebebin ve neticenin ayrı birer kader olduğunu kabul edersin ya da Mutezile mezhebi gibi kaderi inkar edersin. Her iki halde de Ehl-i Sünnet ve Cemaat’i bırakıp dalalet yoluna girmiş olursun.. Öyleyse biz hak ehli deriz ki; Tüfekle ateş edilmeseydi o adam ölür müydü bilemeyiz. Cebriye mezhebindeki der ki: Ateş edilmeseydi yine ölürdü. Mutezile ise şöyle der: Ateş edilmeseydi adam ölmezdi.
Altıncısı: İnsanın cüzi iradesi gerçi zayıfıtr, bir emr-i itibaridir, farazidir. Fakat Cenab-ı Hak ve Hakim’i Mutlak, insanın o zayıf, sınırlı iradesini kendi külli iradesine bağlamış, bir şart-ı adi, yani basit bir şart yapmıştır. Madenen der ki: “Ey kulum, iradenle hangi yola gidersen, seni o yola götürürüm. Öyleyse sorumluluk sana aittir”
Sözün Özü: Ey insan, sende gayet zayıf, fakat eli günahta ve tahripte gayet uzun, sevapta ve iyilikte ise gayet kısa sınırlı bir irade var. O iradenin bir elini duaya ver ki, hayır ve iyilikler zincirinin bir meyvesi olan cennete yetişsin ve bir çiçeği olan ebedi saadete uzansın. Diğer elini tevbe ve istiğfarı ver ki, günah ve çirkinliklerinden çekilsin ve o lanetlenmiş ağacın bir meyvesi olan cehennem zakkumuna yetişmesin.
Demek; dua ve tevekkül hayra kuvvetli bir meyil verdiği gibi ,istiğfar ve tevbe de şerre meyli keser, haddi aşmaya engel olur.
Kaynak: Bediüzzaman Said Nursi / Sözler / bkz: 566-569