Kur’an ve sünnet arasındaki ilişki, İslam hukuku ve ibadetlerinde temel bir prensip oluşturur. Sünnet, Kur’an ayetlerini açıklamak, tafsir etmek ve bazı hükümlerde detaylandırmak suretiyle Kur’an’a bağlı olarak uygulanır. Peygamberimizin sünneti, Kur’an’ın manasını beyan eder ve gereklilik halinde Kur’an üzerine ek hükümler getirir; bu nedenle ona itaat vaciptir. Kur’an ve sünnet arasında çelişki söz konusu değildir; aksine sünnet, Kur’an’ı tamamlayan ve hayata uygulayan bir rehberdir.
Sünnetin Kur’an ile olan ilişkisi üç şekildedir.
- Birincisi: Bütün yönleriyle Kur’an-ı Kerim ile uyum halinde olmasıdır. Bu gibi durumlarda Kur’an ve sünnetin konu ile olan ilişkisi, aynı hüküm üzerinde farklı delillerin yoğunlaşması kabilindendir.
- İkincisi: Kur’an-ı Kerim’in manasını beyan ve tefsir etmesi.
- Üçüncüsü: Kur’an-ı Kerim‘in, gerekliliği hakkında hüküm beyan etmediği bir hükmü zorunlu kılması. Sünnet-Kur’an ilişkisi bu üç şeklin dışına çıkmaz. Dolayısıyla Kur’an ile sünnet arasında bir çelişkiden söz etmek mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim’e ilave gibi gözüken hadisler esasen doğrudan Resul-i Ekrem’in teşri yetkisini kullanarak emir ve yasak koyması demektir ve buna itaat vacibtir. Karşı gelmek ise haramdır.
Bununla birlikte bu, sünnetin Kur’an-ı Kerim’e takdim edilmesi manasına gelmez. Aksine Allah Teala’nın, Allah ve Resulüne itaati emreden emirlerini yerine getirmektir. Özellikle bu üçüncü kısma giren hadislerde Resul-i Ekrem’e itaat edilmeyecek olsaydı, O’na itaati emretmenin bir manası kalmaz, özellikle O’na yapılması istenen itaat zorunluluğu düşmüş olurdu.
Yine Kur’an-ı Kerim’e uygun olanlarında uyulması vacib, ilave sayılacak konularda itaat zorunlu olmasaydı özellikle O’na yapılması istenen itaatin bir manası kalmazdı.
Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Kim elçiye itaat ederse, şüphesiz ki Allah’a itaat etmiş sayılır (Nisa Süresi 80)”
Allah’ın Kitabına ziyadede bulunan hadisleri kabul etmemek, ilim ehlinden biri için nasıl söz konusu olabilir ki! Bunu yapabilecek bir ilim adamı aynı zamanda bir kadının teyzesi ve halası ile aynı anda nikahlanmasını, kan bağı sebebiyle haram olanların, süt bağı sebebiyle de haram olmasını, alış-verişlerde şart muhayyerliği, şufa, mukim halde iken rehin alma’ gibi konulardaki hadisleri kabul etmemekle yüz yüze kalacaktır. Çünkü bu gibi konuların hepsi Kur’an-ı Kerim’e ilave konulardır.
Yine böyle birisi ninenin mirasçılığı, evli iken azat edilen cariyenin muhayyerliği, adetli kadının namaz ve oruçtan muaf olması, ramazan ayında gündüzleyin cinsel ilişkide bulunan kişiye keffaret gerekmesi, kocası vefat eden kadının yas tutması -ki bu konudaki hadisler Kur’an-ı Kerim’deki iddet hükmüne bir ilavedir- gibi konuları da kabul edemeyecektir. Çünkü bunlar da Kur’an-ı Kerim’e ziyade kabilindendir.
Siz “bu, Kur’an’ın neshidir. Kur’an ise sünnet ile neshedilemez” dememişmiy diniz? Peki o zaman, sahih olup olmadığı bile tartışmalı olan bir habere dayanarak, Kur’an üzerine bir ilaveden ibaret olan vitir namazını nasıl vacib kıldınız?
Zayıf bir habere dayanarak hurma şırası ile abdest almaya cevaz verip de, Allah’ın Kitabına nasıl ilavede bulundunuz? Sahih olmadığı kesin olan bir habere dayanarak, mehrin en azının on dirhem olmasını nasıl şart koştunuz? Bu da Allah’ın Kitabına ilave değil midir?
Özellikle bu Kur’an üzerine tam manasıyla bir ilavedir. İnsanlar “Müslüman kafire, kafir Müslümana mirasçı olamaz” hadisini kabul etmişlerdir, halbuki bu Kur’an üzerine bir ilavedir. Hepsi de oğlun kızını, kız evlat ile birlikte altıda bir mirasçı yapma hadisini kabul etmişlerdir,” bu da Kur’an üzerine bir ziyadedir.
Köle kadını iddetinin bir adet dönemi olmasını ifade eden hadis ile amel etmektedirler, bu da Kur’an üzerine bir ilavedir. “Savaşta bir düşmanı öldüren, onun mallarına ganimet olarak sahip olur” hadisi ile amel etmektedirler, bu ganimet taksimi ile ilgili ayet-i kerimelere bir ilavedir.
Herkes Resûl-i Ekrem’in, benu’l-a’yan’dan sayılan kişiler mirasçı olurken, benü’l-allat mirasçı olamaması, bir kişinin anne-baba bir kardeşine mirasçı olup baba bir kardeşine mirasçı olamayacağı hususundaki verdiği, Kur’an üzerine ziyade sayılan hükmü kabul etmiştir. Bunlar da Kur’an üzerine birer ziyadedir. Bunun incelenmesi sözü çok uzatacaktır.
Sonuç olarak Resul-i Ekrem’in sünnetleri, Kur’an üzerine ziyade olduğu zaman, gönüllerimizde her zaman en büyük, en yüce ve kabul etmemiz konusunda bizim için en zorunlu olan şeylerdir.
Dahası bunların başımız ve gözümüzün üstünde yerleri vardır. Aynı şekilde ümmet, bir şahit ve yemin ile hüküm verme konusundaki hadisi de, Kur’an üzerine ziyade bile olsa kabul etmek zorundadır. Zira Resul-i Ekrem’in sahabileri, tabiun alimlerinin büyük bölümü ve diğer mezhep imamları bunu kabul etmişlerdir.
Bunu Allah’ın Kitabına ziyade sayarak reddeden, sonra da yeminden kaçınma, duvarlardaki tuğlaların duruş yönü ve sazlık evlerin liflerinin düğümlerini delil sayarak hüküm verenlere şaşılır. Halbuki bunlar, ne Allah’ın Kitabında ne de Resul-i Ekrem’in sünnetinde bulunmaktadır.
Siz ve ümmetin çoğunluğu “baba çocuğu sebebiyle kısas edilemez” hadisini, zayıflığı ve Kur’an’da olana ziyade yapmasına rağmen kabul ettiniz. Siz ve diğer alimler mecusilerden cizye alınması ile ilgili hadisi kabul ettiniz. Bu da Kur’an üzerine bir ilavedir. Diğer alimlerle birlikte ikinci kez hırsızlık yaptığında hırsızın ayağının kesilmesini kabul ettiniz, bu da Kur’an üzerine bir ziyadedir.
İyileşmeden evvel yaralamadan dolayı kısas yapılmasını yasaklayan hadisini hem siz kabul ettiniz, hem de alimler. Halbuki bu da Kur’an üzerine bir ziyadedir. Ümmet hadane hadisini kabul etmiştir, Kur’an’da böyle bir şey yoktur.
Siz ve alimlerin geneli, kocası vefat eden kadının iddetini evinde tamamlamasını kabul ettiniz, bu da Kur’an üzerine bir ziyadedir. Alimlerle birlikte yaş ya da etek tüylerinin bitmesi ile buluğa erme konusundaki hadisi kabul ettiniz, bu da Kur’an’a bir ilavedir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de sadece ihtilam geçmektedir.
Yine alimlerle birlikte “bir şeyin faydası, zararı mukabelesindedir” hadisini zayıflığına rağmen kabul ettiniz. Ve bu hadis Kur’an’da olana da ilavedir. Siz yine henüz ele geçmemiş müeccel bir malı (kali) aynı özellikteki bir mala bedel satmayı yasaklayan hadis ile amel ediyorsunuz. Bu da Kur’an üzerine bir ilavedir.
Bunlardan daha kat kat fazla örnek sayabiliriz. Dahası; Kur’an’da bulunmayıp sünnet ile sabit olan hükümler, Kur’an’dan çok değilse bile ondan az da değildir.
Eğer Kur’an’a ziyade kabilinden olan her sünneti reddetmek mümkün olsaydı, Kur’an-ı Kerim’in delalet ettiği sünnetlerin dışındaki bütün sünnetleri iptal etmek gerekecekti.
Resul-i Ekrem’in olacağından haber verdiği durum da budur ki, onun haber verdiği her şey kesinlikle tahakkuk edecektir.
- Benul-a’yan: Ana-baba bir erkek ve kız kardeşler demektir
- Benü’l-allat: Üvey ana çocukları ki baba bir erkek ve kız kardeşler demektir
Kaynak: İbn Kayyım el-Cevziyye / İ’lamü’l Mavvakkı’in / C: I-II / bkz: 742-745
