İnsan ahsen-i takvim yani en güzel şekilde yaratılmış bir varlık olarak görülür. İlahi ahlaka yönelmek ve nefsi terbiye etmek, Mevlevilikte insanın kemale erme yolculuğunun temelini oluşturur.
İnsan sözcüğü, Arapça bir kelime olup üns ve nesy terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabaniliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alaka anlamlarına gelir. Bu duygu insanın hemcinsleriyle ve yaratıcısıyla kolayca kurabileceği ilişki ve iletişimi ifade eder. Nesy ise, hayvaniliğin aksine; gaflet, bildikten sonra unutmak, anlamamak, hata etmek gibi manaları kapsamakta olup;
İnsanın ilk misak’ı; “Hani rabbin Ademoğlunun sırtlarından zürriyetlerini almış ve kendilerine şahit kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) Evet, (sen bizim Rabbimizsin) şahidiz demişlerdi. Kıyamet gününde “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye”
(Dünyaya gelen ve gelecek olan her insanda İslam’ın mührü Rabbimiz tarafından vurulmuştur.) her zaman örtebileceği, yani yaratıcısına başkaldırıp ilişkiyi koparabileceğini vurgulamakla birlikte psikolojiye konu olan hafıza kaybı, unutkanlık manasına da gelmektedir.
İşte insan kelimesinin etimolojisinde her iki anlamı da içeren bu tanım, Mevlana’nın tanımıyla örtüşür. Mevlana’ya göre insan; Ulvilik ve süfliliğin, akıl ve şehvetin buluşma noktası olup, bütün problemlerine rağmen varlıkların en değerlisidir.
Mevlana, insanı tanımada Kur’an’a başvurulmasını öğütler ve şu ayete dikkatleri çeker:
“Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” Yukarıdaki ayette vurgulandığı gibi, varlıklar içerisinde yaratılışı en güzel olan insandır. Ayette geçen “ahsen-i takvim” pasajı, insanın gerek boyunun posunun doğruluğu ile günden güne artan görünen şeklinin güzelliği ve gerek aklının, zihninin hak ve hayır ayetlerini ve hatırlatılan güzellik ve yücelikleri idrak edebilecek şekilde güzel kabiliyeti ve gerek ilahi ahlak ve niteliklerle ahlaklanıp derece derece gelişme ve olgunlaşmaya elverişli olan ahlak güzelliği gibi maddi ve manevi her türlü güzelliği kapsar.
İnsanın güzelliği, salt duygusuz olan şekil ve suretinde değil, asıl duygu ve maneviyatında ortaya çıkar. İşte Mevlana, Tin suresinin beşinci ayetine vurgu yapmakla, insanın yaratılış bakımından hem zahiri ve hem de batıni/manevi güzelliğine dikkat çekmiş olmaktadır. Çünkü varlıklar içerisinde şekli, en güzel olan insandır.
İnsan şekli, Arş’tan üstündür, düşünceye sığmaz diyen Mevlana; İnsanın fizik ve metafiziği birlikte sentezleyerek ulviliği yakalayabileceğine işaret etmektedir. Çünkü arş, bir varlık mertebesidir. İnsan, bu varlık mertebelerinin içinde ulvi bir konuma sahiptir. Bu sebeple insan;
Varlık mertebelerini özünde taşıdığı ilahi cevherle aşabilir. Bir başka ifade ile Mevlana’nın düşünce sisteminde insan, Yüce Allah’ın nefes-i ilahisinin bir eseridir
Yüce Allah, kendisinde bulunan birtakım sıfatları mahiyet farkını dikkate almak şartıyla, mecazi manada insana da vermiştir. Mevlana, bu hususu şu şekilde dile getirir:
“Allah, bizim huyumuzu / ahlakımızı da kendi huyuna / ahlakına, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da O’nun vasfından bir örnektir”
Mevlana bu düşüncesiyle İmam-ı Gazali’nin (ö. 505 / 1111) “Kitabü’l-Esna fi Şerhi Esmaillahi’l-Husna” adlı eserine de isim olan: “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanınız” rivayetine vurgu yapmıştır.
İşte Allah’ın en güzel isimleri manasına gelen el-esmaü’l-husnayı böyle anlayacağız. Bir nevi bu isimler, davranış planında bizde hayat bulacaktır. Örneğin; Allah kerimdir, cömerttir, biz de cömert olacağız. O, affedicidir, biz de affedici olacağız. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Mevlana bu hususu açıklarken yaratıcı der, nasıl ki kendisinin övülmesini ve teşekkür edilmesini istiyorsa, aynı şekilde insan da kendisinin övülmesini ve takdir edilmesini ister.
Kaynak: Ramazan Altıntaş / Diyanet Aylık Dergisi / Aralık 2015 / bkz: 49
