Okul Öncesi Eğitime Duyulan İhtiyaç ve Sebepleri
Birincisi: Bilgi çağına gidilen bir dünyada temel eğitim öncesi çocuğun ortama hazırlanması. Böylece genç nesil ilkokula sıfır noktasından değil de bir adım daha ilerde başlamış olacak. Şüphesiz bu güzel amacın arka planında “çocuklarımızı eğitim konusu / yarışçısı” görme gibi sonuçları kötü olan niyetler de vardır. Çünkü bu niyet okul öncesi eğitim kurumlarını fazlasıyla besleyip artmalarına sebep olduğu gibi, ta ilkokuldan üniversite kapılarına kadar yardımcı kurslar, hazırlık kursları, takviye kursları, meslek kursları, sınav kursları gibi sayısı ve çeşidi gün geçtikçe artan eğitim kurslarını da ortaya çıkarmaktadır.
İkincisi: Okul öncesi eğitimi ortaya çıkaran ikinci ihtiyaç ise, çalışma hayatı şartlarıdır. Anne ve babanın çalıştığı bir çekirdek ailede çocuğa bir yer lazımdır. Burası çocuğa karşı annelik-babalık- ebeveynlik / dadılık görevlerini yerine getirecek bir rolde olmalıdır. Bugün birçok aile çocuklarımı okul öncesi eğitim kurumlarına bu sebeple göndermektedir.
Okul öncesi eğitim insanlık için ve Türk toplumu için çok da yeni bir şey değil. Önceleri ailede anne, baba, dede, babaanne, nine; mahallede, köy hocası, kuran kursu, mahalle imamı gibilerinin yaptığı işle bugünkü kurumların yaptığı iş arasındaki fark fazlaca değildir Bu farklara ve bu farkların sonuçlarına sonra değineceğimizi belirterek okul öncesi eğitimin Türkiye’de nasıl işlediğine bir bakalım.
Türkiye’de okul öncesi eğitimi anaokulları, gündüz bakım evleri, ilkokullarda hazırlık sınıfları, çocuk kulüpleri ve kreşleri vermektedir. Ancak kreşlerin ayrı bir yeri olduğunu da belirtmek gerekir. Kreşler daha çok sıfır yaş grubundan itibaren başladığı için genellikle okul öncesi eğitimden sayılmaz
Türkiye’de Okul Öncesi Eğitimin İşleyişi
Okul öncesi eğitim daha çok 4-6 yaş gurubunu içine almaktadır. Türkiye’deki eğitim kurumları içerisinde, eğitim-öğretim şartlarını en fazla yerine getiren bu yaş grubuna hizmet veren bu tür kurumlardır. Çünkü bu kurumaların bina, bahçe, çevre, iç düzen, ders araç-gereçleri özel bir takım yönetmeliklerle düzenlenmekte ve hassasiyet gerektirmektedir.
Öğrenciler evlerden servislerle alınıp bırakılmakta, kurumda bulunduğu süre içerisinde arkadaşlarıyla ilişkileri uyku, dinlenme, uyum, temizlik, konuşma, yeme, içme gibi tüm hareketleri gözlemlenmekte ve bu konularda yönlendirilmektedir.
Okul öncesi eğitim kurumlarında çalışacak eğitimci ve yöneticilerin de bu sahada eğitim almaları gerekiyor. Çocuk gelişimi, psikolojisi, pedagoji, çocuk sağlığı eğitimi almaları şart. Şüphesiz bunlar da yeterli değil. Çocukların dilinden anlaması, onlarla kaynaşabilmesi, iletişim kurabilmesi öğretmenin başarısını etkileyen faktörler.
Daha açık bir ifadeyle; Bu kurumlarda hizmet verenlerin biraz çocukça olması ve çocuk sevgisiyle dolması lazım. Ancak bu şekilde arada duygusal bağ oluşabilir. Kurumlarda eğitim genellikle doğaçlama usulü ile yapılıyor. Çünkü çocuk saniyesi saniyesine değişen bir varlık Buralarda bütün hayat minyatürce.
Her şey çocuklara uygun; eşyalar, oyunlar yemekler. Çocuk öncelikle psikolojikman aile ortamından, anne baba bağımlılığından kurtarılmaya çalışılıyor. Ayrıca kurallara uyma, paylaşmayı öğrenme, yemek yeme, tuvalet ve temizlik alışkanlığı kazanmayı öğreniyor. Bu noktada öğretmen sanki ikinci bir anne oluyor.
Tartışma ve Eleştiriler
Tabi burada şu soru çok önemli; Öğretmen ne kadar anne olabilir?
Bu soru aslında bir sorunun ve bir tartışmanın da ipucu. Gerek Türkiye’de gerekse dünya da okul öncesi bu kurumsal eğitime karşı çıkanlar da bir hayli fazla. Eleştiriler genellikle şu noktalarda yoğunlaşıyor:
Eğitim ve öğretimin ilk başlangıç yer ailedir, anne kucağıdır. Bebek doğumla birlikte önce anne-babasıyla ve sonra etrafındaki diğer aile fertleriyle ve insanlarla bir ilişkiye girer. Bu ilişki bir eğitim sürecidir aslında.
Davranış biçimleri, ahlaki refleksler, tavırlar, adaplar. örfler çocuğa her aşamada yavaş yavaş kazandırılır. Ninelerin masalları, annenin ninnileri, babanın hediyeleri bir eğitim sürecini yansıtır. Yani çocuk annesinin kucağına alındıktan sonra başlayan ağlaması ve süt istemesiyle mahalle imamına gidip Kur’an sürelerini okumaya başlamasına kadar geçen süre bir okul öncesi eğitim sürecedir.
Bu süreç tabi ve fıtri bir eğitim usulüdür. Ancak sanayi devrimiyle ortaya çıkan çekirdek aile, çalışma hayatının acımasızlığı ve bilgi toplumu olguları ortaya kurumsal anlamda okul öncesi eğitimi çıkarmıştır. Bu kurumlaşma da acımasız bir aygıt gibidir. Çünkü bu aygıt çocuğu sıfır yaşından itibaren annenin kucağından kreşe almakta, sonra ve bir daha onu annesine teslim etmemektedir.
Çocuk ailenin çocuğu ve ürünü olmaktan ziyade kurumların çocuğu olmaktadır. Bu çocuğu hayata hazırlamak ve onu aile bağımlılığından kurtarmak adına yapılmaktadır. Bu ise insana yapılan bir kötülüktür. Sanırım burada orta yolu bulmak gerekiyor.
Orta Yol Arayışı ve Endişeler
Şüphesiz annenin yerini hiç kimse tutamaz. Ailenin yerini de. Öyleyse bura da söz konusu olan bu okulların amacı, çocuğu aileden ve ebeveynden tamamen koparmak olmamalı, çocuğun eğitiminden aileye katkı olmalı
Çocuk yine örfünün, kültürünün ürünü olmalı. O aileyi, o anneyi, o babayı yansıtmalı. Özellikle müslüman ailelerin yıllarca bu kurumlara soğuk bakmasının temelinde de bu endişeler yatmaktadır.
Ancak görünen o ki son yıllarda İslami hassasiyete sahip aile ve kurumlar bu sahada kendilerini daha fazla hissettirecekler. Ancak onların burada en büyük sıkıntısı, özellikle ilk yaşlarda çocuğa kazandırılması gereken Allah inancı ve Allah’a iman konusunda başlıyor. Çünkü eğitim sistemi ve bu kurumlarla alakalı yönetmelikler bunlara fırsat tanımıyor.
Kaynak: Vildan Erdoğan-Süheyla Karadeniz / Aile Rehberi / Yeni Dünya Dergisi / bkz: 71-73
