Yüz binden fazla insanın mektubuna cevap verirken, tahammül sınırının sonuna dayanmış binlerce dertten haberim oldu.
- Eşi kumarbaz, alkolik ve bilumum ahlaksızlıklara düşenler…
- Kaynanasının aşağılayıcı ağzından bunalanlar…
Hele birisi vardı ki, iki engelli evladını hayata tutundurabilmek için yokluk içinde tek başına mücadele veriyor ve eşi dâhil kimse de kendisine yardımcı olmuyordu.
- Kimi de ehliyet alamamak,
- İstediği üniversiteyi kazanamamak,
- Evlilik görüşmesi yapıp da istenilmemek gibi küçük sorunları kafaya takıyordu.
Birçok mektup, “Allah’a isyan etmemeye çalışıyorum, isyan etmekten korkuyorum” gibi ifadelerle bitiyordu. İsyan etseniz ne çözüm olacak ki kardeşim? Kendinizi belada boğmaktan, pireye kızıp yorganı yakmaktan, dertten bunalıp cennetinizi ateşe vermekten başka bir şey mi yapmış olacaksınız? Ana, yaramazlık eden evladına kızarsa, evlat ağlayıp sızlasa da yine de anasının kucağına sığınır. İsyan etse, sığınacağı onu seven, sahiplenen ve koruyan başka ana mı var?
Allah’a isyan etmemeye çalışıyormuşsun! İsyan etsen hangi kapıya gideceksin? Başka Yaradan, başka öldürüp dirilten, başka dertlere derman verebilen mi buldun? Hıçkıra hıçkıra ağlasan da, etini işkenceciler lime lime doğrasalar da Allah’tan başka kime gidebilirsin?
Sen de basiretli vicdanlar gibi yalvar yüce Yaradan’a: “Ey bana çok büyük lütuflarda bulunan Rabbim! Yok edersen yok olurum. Alçaltırsan alçalırım. Ne dilersen o olur. Gözyaşlarımla kapına sığındım. Yüce Rabbim! Sen beni sonsuz ateşlerde eritip kül etsen bile, ben başka kime gidebilirim? Başka kimin kurtarıcı kapısı var?”
Bu dünyada helal ekmek için gün boyu çalışıyorsun. Nice kimseler çoluk çocuk karın tokluğuna taş doğruyorlar akşama kadar. Nice kimseler de tam gün çalışsalar da karınları aç. Şu hor ve karanlık dünya hayatına tutunmak bile böyle emek isterken, Allah’ın cennetini kazanmak çabasız olur mu?
Halife Ömer (radiyallahu anh) zamanında, aralarında sahabe Abdullah Bin Huzafe’nin de bulunduğu bir grup İslam ordusu Bizans üzerine yürüdü ve yakalanıp esir edildiler. Zamanın kralı esirlerin arasında bir sahabe olduğunu öğrenince yanına getirtti.
Bin Huzafe, kralın kendisini tahtına ortak etmesi karşılığında Hıristiyanlığa geçme teklifini kabul etmedi. Kendisini çarmıha gerdiler, türlü işkenceler yaptılar. Sonra kral bir kazan kaynatıp, getirttiği bir Müslüman esir askeri, Bin Huzafe’nin gözlerinin önünde kaynar kazana attırdı. Öylesine ki, asker diri diri kazana atılır atılmaz etleri kemiğinden sıyrılıvermişti.
Bu kez kral imanından taviz vermeyen Huzafe’nin kazana atılmasını emretti. Huzafe (radiyallahu anh) kazanın başında ağlayınca, kral korktuğunu zannetti, fakat ne korkusu… O mübarek kulun, “Tüylerim adedince canım olsaydı da, Allah için feda olsaydılar” diye düşünerek ağladığını öğrenen kral şok oldu ve kendisini kazana atmaktan vazgeçti.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Sizden öncekilere benzer sıkıntılar yaşamadan cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onlar başlarına gelen sıkıntıların etkisiyle öylesine sarsıldılar ki peygamber ve yanındaki müminler ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ diye sormaya başladılar. Emin olun ki Allah’ın yardımı yakındır (Bakara 214)”
Bugün bizim çektiğimiz zorluk tarihteki o zorluklara göre ne ki, hemen isyan aklımıza geliyor. Böyle pamuktan gevşek bir imanla biz nereye varacağız? Hastalık, fakirlik, ayrılık, ihanet, ölüm, hepsi sırayla gelip gelip gidiyor. Herkes başka bir yaşta, yerde ve şartta imtihan yaşıyor.
Diri diri kazana atılma pahasına Allah’tan vazgeçmeyenler nerede, iflas etme korkusuyla faize bulaşanlar, işten atılma korkusuyla haramları işleyenler, yalnız kalma korkusuyla günahkâr kalabalıklara takılanlar nerede…
Not: Halinizden şikayet etmek yerine, elinizdeki imkanları en iyi şekilde değerlendirecek olursanız eğer, şikayetin yerini şükür alacaktır
Kaynak: Dr. Muhammed Bozdağ / Yüreğimde Rabbim (Olmazsa Yapayalnızım) / bkz: 37-39