Sözlükte rücu etmek yaptığı hatalardan dönmek demek olan tövbenin dini manası da, kabahatlerden kabahat olduğu için pişman olarak vazgeçmektir. Mümin kullarını tövbe kapısına iltica etmeye çağıran Yüce Mevla ayet-i kermede şöyle buyuruyor.
Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nurları aydınlatıp gider de; Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin derler (Tahrim Suresi 8)
Bu mübarek ayet-i kerime müminleri samimiyetle tövbe ederek Allah’a dönmeye çağırıyor. Ve bunu yapanların hatalarının örtüleceği müjdesini veriyor. Peygamber (s.a.v) ile birlikte altlarından ırmaklar akan cennetlere girdireceği müjdesini veriyor…
Ayet-i kerimede sözü edilen tevbe-i nasuh; tam bir tövbe demektir. İman makamlarının evveli, hak yolculuğunun başlangıcı ve vuslat kapısının anahtarıdır.
Sözlükte rücu etmek yaptığı hatalardan dönmek demek olan tövbenin dini manası da, kabahatlerden kabahat olduğu için pişman olarak vazgeçmektir. Bu bakımdan, yaptığının çirkinliğini vicdanında hissetmekten dolayı değil de bedenine, malına veya haysiyetine bir zarar gelmesi gibi herhangi bir korkudan dolayı vazgeçmek tövbe değildir. Bilakis tövbe, yaptığından bir fayda görse bile, onun haddi zatında çirkin olduğunu bildikten sonra tiksinerek vazgeçmektir.
Tevbe-i nasuh nasıl olur?
Kabahatlerden başka bir sebeple değil, sırf çirkinlikleri yani Allah’ın rızasına muhalif kabahatler oldukları için vicdanen nedamet ederek, irtikap edilmiş olmalarından şiddetle üzülerek ve bir daha işlememeye azmederek vazgeçmektir. Nefsini buna alıştırıp hiçbir sebep ve engel sebebiyle o günaha dönmemeye karar vermemekle olur.
Muaz ibn-i Cebel (r.anh) Resulüllah (s.a.v()’e “tevbe-i nasuh” nasıl olur, diye sorduğunda buyurdular ki; “Kul yaptığı günaha nedamet eder, Allah’a özrünü arz eder ve yaptığından bir daha işlememek üzere rücu eder. Öyle ki, sütün memeye geri dönmediği gibi bir daha o fiile geri dönmez.”
Nasuh tövbesini Hazret-i Mevlana şöyle anlatılıyor; Nasuh diye bir adam vardı. Eski tabirle tecessüs bu günkü deyimle “röntgencilik” hastalığı vardı. Bunu gerçekleştirmek için en iyi yerin kadınlar hamamı olduğunu gördü. Yüzündeki kılları aldırdı, kadın elbisesi giydi ve tellak olarak kadınlar hamamına girdi.
Hamamda tellaklık yaparken, bir gün şehrin valisinin hanımı hamama gelir ve çok değerli yüzüğünü kaybeder. Her taraf aranır ama yüzük bulunmaz. Bu sefer hamamcı bütün kapıları kapattırır ve orada bulunan herkesin elbiselerinin aranmasını ister. Fakat yüzük yine de bulunamamıştır.
Bu sefer hamamcı der ki; hamamdaki herkesin peştamallerinin içine dahi bakılacak. Bütün hamamdakiler sıraya dizilir. Bu esnada Nasuh Efendi de yedinci sırada durmaktadır.
Arama başlar, birinci ikinci hanımlarda yüzük çıkmaz. O anda Nasuh Allah’a yalvarıp diyor ki:
Ya Rabbi, yüzümü kara çıkarma. Bu gün benim ayıbımı ortaya dökmezsen, bir daha asla böyle suçu işlemem. Derken dördüncü sırada duran kadında yüzük bulunuyor. Ve böylece Nasuh Efendi’nin ayıbı ortaya çıkmamış oluyor. Nasuh Efendi oradan çıktıktan sonra bir daha harama bakmamış.
Burada Mevlana’nın anlatmak istediği şudur; Sıra kendine doğru gelirken Nasuh’un yaptığı dua var ya. İşte o dua da Nasuh hem dili ile dua ediyor, hem de vücudunun bütün hücreleri ile dua ediyor. İşte makbul dua budur.
Allah katında makbul olacak tövbenin şartları Nisa Süresi 17 ile 18 ayetlerinde; “Allah’ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tövbe edenlerin tövbesidir; işte Allah bunların tövbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca; ben şimdi tövbe ettim diyenler ile kafir olarak ölenler için (kabul edilecek) tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.” kavl-i celîli ile beyan olunmuştur.
Gerçek şu ki, şartlarına uygun olarak gerektiği gibi yapılan tövbelerin kabul olunacağına dair pek çok ayet-i kerime vardır. Nitekim bunlardan biri de açıklamakta olduğumuz ayet-i kerimedeki “umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter mealindeki cümledir.
Bu cümlede geçen umulur ki cümlesi ile ilgili şunları söyleyebiliriz:
Birincisi; haddi zatında Allah Teâlâ üzerine hiçbir şey aklen vacip değildir. Nihayet buradaki bir va’d-i ilahi cümlesindendir. “Tevbe-i nasuh” hakkında bu böyle olunca, onun gerisindeki tövbeler hakkında bundan daha ileri bir va’d-i ilahî olmayacağı aşikardır.
İkincisi, mağfiret ve sevap ile hüsn-i kabul ümidini besleyerek tövbe etmek, tövbenin hâlis ve nasuh olmasına engel teşkil etmez. Belki kulu tövbeye teşvik eden kuvvetli bir sebeptir.
Üçüncüsü; açıklamakta olduğumuz ayet-i kerimede az çok ihtimal ifade etmekten geri kalmayan “umulur ki” kelimesi bir de şu manaya gelir.
Tövbelerle günahların örtülüp setr edilmesi, hiç işlenmemiş gibi sayılarak ilm-i ilahîden silineceği manasına gelmez. Bu sebeple ayet-i kerimede günahlarına nedametle tövbe edenin durumu, günah işlememiş olan tam bir masuma müsavî olacağı manasına umumî bir va’d ve taahhüt olarak anlaşılmamalıdır.
Madem ki yapılmışsa o bir kabahattir. İlm-i ilahîden silinmesine imkan ve ihtimal yoktur. Ancak “tevbe-i nasuh” ile ve bir de hasenat ve kefaret ile üzeri örtülüp bağışlanır. Cezası affolunur. Mazisi hesap defterinden silinir. Hatta ondan sonra haline göre tam bir masum gibi muamele edilebilir. Fakat haddi zatında masum olmadığı cihetle o dereceye yükseltilmesi hususunda teminat da verilmez. Bununla birlikte ümidini kesmesi de istenilmez. Çünkü Allah Teâlâ her şeye kadirdir.”
Rivayet edildiğine göre Hz. Ali (r.anh); bedevinin birinin istiğfar kelimelerini çabuk çabuk tekrarladığını işitince;
Bu sahte bir tövbe dedi.
Bedevi; Peki gerçek tövbe nasıl olur? deyince, Hz Ali dedi ki;
Tövbenin sahih olması için altı şart vardır;
- İşlenen günahlardan dolayı ciddi manada pişman olmak,
- Farz olan vazifeleri yerine getirmek, kaçırdıklarını kaza etmek,
- Üzerinde bulunan hakları, hak sahiplerine geri vermek,
- Eziyet ettiğin ve düşmanlık yaptığın kimselerle özür dileyip helalleşmek
- Bir daha günah işlememeye karar vermek,
- Nefse günahların tadını tattırdığın gibi ibadetlerin de acısını tattırmak.
Tefsirde belirtildiğine göre büyüklerden birisi şöyle demiştir,
Tövbe bütün aykırı hareketlerin tamamından tövbe biçiminde olmadığı müddetçe bunun adı tövbe değil, terktir.
Ebu Abdullah İbn Hafif (k.s) der ki; “Allah Teala kullarından tövbe etmelerini istedi. Tövbe, kulların terk ettikleri noktadan O’na geri dönmeleri demektir. Tövbenin nasuh olması tövbede sadık olmak demektir ve yine tövbenin nasuh olması demek içten ve dıştan sözle ve fikren ondan sadır olan her şeyi terk etmek demektir.”
El-Kaşani rahmetullahi aleyh der ki; “Tövbenin mertebeleri takvanın mertebeleri gibidir. Nasıl ki takva mertebelerinin ilk basamağı şer’i yasaklardan kaçınmak ve son basamağı da enaniyetten ve O’nun dışında her şeyden vazgeçmektir. İşte tövbe de böyledir. Tövbenin ilk basamağı masiyetlerden dönmek, son basamağı da tahkik ehli nezdinde buyük günahların analarından birisi olan varlık günahından dönmektir.
Te’vilatü’n-Necmiyye’de şöyle denilmiştir; “Yüce Allah bu ayet-i kerimede, ayakları iman toprağına kamil insanların ayaklarının yerleştiği gibi yerleşmeyen müminlere nida ediyor. Onları dünyadan ve dünya muhabbetinden dönerek Allah’a tövbe etmeye, O’na yönelmeye ona itaat etmeye teşvik ediyor. Bu öyle bir tövbe ki, kişi cismani lezzetleri elde ettiği, hayvani şehvetleri tattığı için din elbisesinde meydana gelen yırtıkları yamayıp diker.”
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Ey insanlar, Allah’a tövbe ediniz” Hadis metninde geçen “insanlar” kelimesine hem erkekler hem de kadınlar dahildir. Ve insanın kötü bir iş yaptığında hemen tövbe etmesi vaciptir. Çünkü bunun geri bırakılmasında haram olan şeyi yapmakta ısrar etme anlamı vardır. Haramda ısrar ise küçük günahları büyük günahlar haline getirir.
Tövbenin kabul edilmiş olmasının alameti yüce Allah’ın kişiye günahını hatırlatmamasıdır. Tövbe eden kimse şayet yaptığı günahı hatırlıyorsa tövbesinde bir eksiklik var demektir
Kaynak: Cafer Durmuş / Ey İman Edenler / bkz: 82-89