1. Anasayfa
  2. Kişisel Gelişim

Sorumluluk Duygusu ve Bilinci


İnsanın hayatına anlam katan ve onu en üstün değere ulaştıran sorumluluk duygusu, dünya ve ahiret huzurunu temin eden en önemli haslettir

En güzel şekilde yaratılan ve üstün vasıflarla donatılan insanı varlık aleminde önemli ve anlamlı kılan husus; onun insan, eşya ve yüce Allah ile ilişkisinde sorumluluk sahibi olmasıdır. İnsanın varoluş gayesinin esasını oluşturan bu duygu, hayatın tamamına bütünlüklü bir değerler dünyası içinde bakabilmeyi öğreterek insanın muhkem bir hayat felsefesi inşa etmesini sağlamaktadır. İnsanın hayatına anlam katan ve onu en üstün değere ulaştıran sorumluluk duygusu, dünya ve ahiret huzurunu temin eden en önemli haslettir

Söz konusu ideale ulaşmak ise kişinin dini ve sosyal hayatta yerine getirmekle yükümlü olduğu görevlerini bu temel ilke doğrultusunda bilinç, gayret ve özveriyle gerçekleştirmesiyle mümkündür. Nitekim tevhit inancının yerleşmesi, adaletin tesisi ve güzel ahlakın yaşanması için mücadele ederek insanlığın rehberi ve hakikat yolunun en büyük öğretmenleri olan peygamberler, söz ve davranışlarının dünya ve ahirete yönelik neticelerini tefekkür ve sorumluluğunu idrak eden bireyler yetiştirerek bir huzur toplumu oluşturma gayreti içerisinde olmuşlardır

Bu hedefin gerçekleştirilmesinde tahkiki imanın önemli bir yeri olduğu, göz ardı edilemez bir gerçektir. Tahkiki iman, İslam’ın insana kazandırmak istediği sorumluluk bilincinin oluşup gelişmesindeki en önemli etkendir. Çünkü insanın bütün varlık alemiyle ilişkisinin şekil ve boyutlarını belirleyen merkez nokta, onun Allah ile olan ilişkisidir. Hem mabut hem de mahlukla ilgili yükümlülüklere yönelik bu duyarlılığın tahkim edilmesinde imandan sonraki en önemli boyut ise kulu Allah’a yaklaştıran ibadetler ve onun somut neticesi olan güzel ahlak ile bu doğrultudaki ölçülü tutum ve davranışlardır.

Diğer yandan kulluğun en özel boyutu olan ibadet ve güzel ahlakın yanı sıra bunların tabi sonucu olan hukuk olmaksızın sorumluluk düşüncesinden bahsetmek mümkün değildir. Bu sebeple İslam, insanın kendisiyle, Rabbiyle, toplumla, çevreyle ve bütün varlık alemiyle ilişkisini en ideal düzeyde belirleyen ilkeleri açıklayarak ona dünya ve ahiret huzurunu temin edecek sorumluluklar yüklemiştir.

Varlık alemi içerisinde yüce Allah’ın sorumluluk teklifini kabul ederek bu zorlu emaneti yüklenen tek canlı insandır.

Varlık alemi içerisinde yüce Allah’ın sorumluluk teklifini kabul ederek bu zorlu emaneti yüklenen tek canlı insandır. Zira o, diğer varlıklarda bulunmayan akıl ve iradeye sahip olmakla kendine özgü inancı, değer yargıları ve kültürüyle tebarüz etmektedir. Bu da onu dini, ahlaki, içtimai ve hukuki bakımdan sorumluluğa elverişli ve yatkın kılmaktadır.

Nitekim hayatımızı anlamlandırıp bereketlendiren yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim; “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder? (Kıyamet 36)” ayetiyle, zikredilen hususu teyit etmektedir.

Buna göre;

Sorumluluk duygusu ve ondan neşet eden davranış bilinci, her şeyden önce bireysel alanda varlık göstermektedir.

“Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz (Bakara 134)” ayeti de sözü edilen gerçeğe temas eden önemli bir referanstır

Bu da insanoğlunun ahlaki hafızası olan fıtrat ve vicdanın gereklerini yerine getirmek ve dinimizin münker olarak nitelediği kötülük ve çirkinliklerden uzak durmakla gerçekleşecektir. Bu yönüyle sorumluluk bilinci, kişiliğin oluşmasında önemli bir değer olduğundan bireysel manada ahlaki bir varlık olmanın önemli bir alametidir. Sorumluluğun bulunmadığı yerde birey olmaktan ve kimlikten söz etmek imkan dahilinde değildir.

Sorumluluk bilinci, toplumsal boyutta ise erdemli bir hayat sürdürebilmenin ön şartı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Zira toplumda tek başına yaşayamayan insanın, toplumu oluşturan diğer insanlara ve çevreye karşı gözetmek zorunda olduğu hak ve ödevleri vardır. Dolayısıyla sorumluluk bilinci, sosyal bir varlık olan insandan sadır olan davranışların toplum ve çevre üzerinde oluşabilecek etkilerini de dikkate almayı gerektirmektedir.

Bu açıdan kamil insan, ortaya koyduğu davranışların sebeplerini bilip sonuçlarının hesabını verebilen ve bu yönüyle, birlikte yaşadığı diğer insanların da sorumluluğunu üstlenebilecek bir karaktere sahip olan kimsedir.

Bu meyanda, sevgili Peygamberimiz (s.a.v), insanların toplumsal sorumluluklarına işaret etmek üzere; bir gemiyi paylaşan ve bir kısmı üstte, bir kısmı altta bulunan insanları örnek vererek, altta bulunanların su ihtiyaçlarını karşılamak için gemiyi delmek istediklerinde, üsttekilerin buna mani olmadıkları takdirde geminin batıp hepsinin boğulacağını; mani olmaları durumunda ise tümünün kurtulacağını haber vererek bu gerçeğe işaret etmektedir

Dolayısıyla gelişi güzel ve sorumsuz bir hayat tarzını tasvip etmeyen yüce Dinimiz İslam, iyiliğin egemen olması ve kötülüğün önlenmesi idealine hizmet etme sorumluluğu noktasında toplumun bütün fertlerinin etkin rol almasını vazetmektedir.

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz… (Al-i İmran 110)” ayetiyle dile getirilen bu husus, toplumu oluşturan bütün bireylere kolektif bir sorumluluk yüklemektedir.

Söz konusu asil duruş ortaya konulamadığı takdirde, toplumda bir takım problemlerin zuhur edeceği izahtan varestedir.

Sorumluluk duygusunun son boyutu ise tüm yapıp etmelerimizin ilahi mahkemede hesabının verileceği ahiretle ilgilidir. Fakat sorumluluk bilincine sahip bir kimsenin, tüm varlıkları değerli kabul ettiğinden dolayı başkası için tehdit oluşturması düşünülemez.

Sorumluluk duygusunun son boyutu ise tüm yapıp etmelerimizin ilahi mahkemede hesabının verileceği ahiretle ilgilidir.

Buna göre, dünya hayatında ortaya konulan davranışlardan dolayı ceza gününde Cenab-ı Hak tarafından hesaba çekileceğine dair muhkem bir iman, bireysel ve toplumsal sorumluluğun yegane teminatıdır.

Bunun tam tersi bir durum olarak, dini şuur ve hassasiyetin zayıflayıp örselendiği toplumlarda müşahede edilen ahlaki çöküşün, beraberinde bireysel ve toplumsal sorumlulukların da çöküşüne sebep olduğu son derece açık bir gerçekliktir.

Bu itibarla bireysel, toplumsal ve uhrevi sorumluluk boyutlarının tümden ihya edilmesi, iyiliklerin fert ve toplumda kök salıp kötülüklerin ortadan kalkmasına ve dolayısıyla güzel ahlaka dayalı bir toplum inşasına hizmet edecektir.

Kaynak: Ali Erbaş / Diyanet Dergisi / Nisan 2020 / bkz: 4-5

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir