1. Anasayfa
  2. KUTSAL KİTAPLARA İNANMAK

Tarihin İçine İnmiş Evrensel Mesaj: Kur’an


Kur’an’ın Evrenselliği ve Kapsamı

Tarihin içine inmiş evrensel mesaj olarak Kur’an-ı Kerim, sadece 7. yüzyıl Arap toplumuna değil, kıyamete kadar tüm insanlığa hitap eden İlahi bir rehberdir. Allah, arzda, ilk insandan itibaren hiçbir topluluğu habersiz, elçisiz, uyarıcısız bırakmamıştır: “Hiçbir topluluk yoktur ki, içlerinde bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun!… (Fatır Suresi 24. ayet)”

Her seçilmiş olan kimseye de, ya cüzi ve sınırlı hakikatler içeren haberler göndermiştir ya da, kendisinden önceki dini geleneği ve inanç sistemini yenileyecek, dolayısıyla sınırlı, etkili ve lokal karakterli müjdeler, ahlaki öğüt ve ilkeler yahut da;

Kur’an için olduğu üzere, tarih ve insanlık panoramasının tasviri ve tahlili yanında, sonsuza değin uzanacak bütün istikbali, insanların bütün hayat tezahürlerini konusu, ilgisi ve biricik gayesi olarak belirlemiş baki, asli mesajlar mecmuu göndermiştir.

Her nebi ve Resulün içine gönderilmiş olduğu beşeri, tarihi koşullar farklı olduğu için de gönderilen sahifeler, Zeburlar, kitaplar -en mükemmel olana: Kur’an’a doğru- bir tekemmül çizgisi izlemiştir. Bu nübüvvet süreci Hz. Muhammed’le, ilahi kitaplar inzali de Kur’an’in vahyle tamamlanıp kemale erinceye değin, Kur’an in da bizzat işaret ettiği gibi

“Her çağa özgü vahyl bir mesaj vardır (Ra’d Süresi 38), her ümmete kendi belgesi gelmeyi sürdürmüştür…Kur’an hükümleri çerçevesinde alındığında “Her bir vaktin ve çağın, ona özgü yazılmış bir hükmü vardır. Ve her şey Allah katında bir ölçü iledir” anlamına gelen ayet, genel peygamberlik süreci içinde, her çağa ve topluma mahsus ilahi bir hükmün söz konusu olduğunu;

Bu nedenle, peygamberlikleri takdir düzeninde sonradan gelenin öncekileri nesh ettiğini vurgularken, “Her çağa ve ümmete, başka bir risalet/kitap vardır” anlamına delalet eder.

İşte bütün bu değerlendirmeler bize şunu gösterir: Kur’an, önceki dini metinlerde geleceği bildirilmiş son peygamber Hz. Muhammed vasıtasıyla ilahilik göğünden insanlığa ulaştırılmış son vahiy akışıdır.

Allah tarafından insanlığa iletilmiş bulunan ontolojik, dini, itikadi, ahlaki ve toplumsal beşeri direktifler, tecelli etmiş hakikat ve irşatlar da vahiy hakikatinin nihai ışınımı olan Kur’an’da öz haliyle yer almaktadır. Kur’an peygamberi Hz. Muhammed in, Hatemunnebiyyin: “Peygamberleri sonlayan, onların mührü ve sonuncusu olarak vasfedilişi yanında, yine Cenab-ı Hakk’ın bizzat Kendisi bu tekemmül işini haber vermekte, nübüvvet trendinin sona erdiğini, artık İslam’ın: En tepe noktasında durduğunu bildirmektedir…

Kur’an’dan inen son ayet olduğu da belirtilen Maide, 3. ayetinde. Cenab-ı Hak, hem de Kendisi’ne nispet ederek şöyle demektedir: “Bugün (hayatımıza yön verecek ilkeler bütünü olan) dininizi kemale erdirdim ve nimetimi size tamamladım; din olarak da size, (teslimiyet ve itaatler manzumesi olan) İslam’ı seçip beğendim!… (Maide, 3)

Yazımızı, şu soruyu sorarak sürdürelim: Miladi 610-632 yılları arasında tenzil buyrulmuş: ilahi iradenin tarihe son kez müdahalesi ve yön verişi olarak, tarih çerçevesi ve tarihsellik boyutlar içinde bize ulaşmış olan Kur’an nasıl bir kitaptır?

Daha yalın bir cümleyle; Kur’an, sadece geçmişe, mazinin tarihselligine ait arkaik bir kitap mıdır? Yoksa Kur’an, belirli bir çağ ve toplum oluşumuyla sınırlanamayacak, muayyen tarihsellikler içinde tüketilemeyecek ilahi bir kaynak mıdır?

Şu hüküm cümlesiyle cevap vererek yolumuza devam edelim: Kur’an-ı Kerim, muayyen bir tarih kesitinde tekevvun etmiş ise de gerek dilsel ifade kalıplarıyla, gerek içerdiği güçlü inanç temalanyla, gerekse ona nüfuz etmiş Nefes-i Rahmani’nin tüm çağlara nafiz ve talip olması gibi nedenlerle, sinirli bir tarihsel periyodun değil;

Bilakis bütün tarihsel durumlara yönelik evrensel bir kitaptır. Eğer evrensellik, zaman mekan bakımından sınırlanamazlığı ve genel geçerliliği ifade ediyorsa, işte tam bu anlamda Kur’an evrenseldir.

Öyleyse Kur’an, Kureyş toplumunun içine inmiş onların dili olan Arapçayı bir araç olarak kullanmış ama aslaa Kureyş’e ya da Arab’a ait bir Kur’an olmamıştır.

Kur’an-ı Kerim’de ki Evrensel Çağrılar

Kur’an’daki hitap ifadelerine bir göz gezdirirsek görürüz ki dar ve hususi bir kitleyi hedefleyen, ayrıca teşrif hikmeti güden;

“Ey iman edenler… hitabı yanında, istisnasız her dilden, her ırktan ve her renkten insanları kendine davet edici bir iradeyi açımlayan, “Ey insanlar…” seslenişi de çok güçlü bir nida olarak Kur’an da yer almaktadır. İşte bu bağlamda birkaç örnek sunmak istiyoruz.

a-) Kur’an’da Allah Teala, hem doğrudan hitap hem de gıyabi bir yolla, istisnasız “bütün insanlardan, yaratılışlarının mebdeinde bulunan Rablerine kulluk yapmalarını ister: “Ey insanlar! Hem sizi hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Boyle yapmakla takvalı davranmış olmayı ümit edebilirsiniz (Bakara Suresi 21)”

b-) Bakara Süresi gibi Medine döneminde inzal buyrulmuş olan Nisa süresinde de zaman periyodu ve mekan boyutları Medine mümin toplumu ile sınırlı olmasına rağmen, bütün insanlık, kendilerini tek bir nüveden yaratıp erkekli dişili yeryüzüne yaymış olan Rabbe, Allah’a kulluk bilinci ve takva yönelişine davet olunmaktadır: “Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan ve ondan eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı takvalı davranın… (Nisa Suresi 1)”

c-) Kur’an’ın ramazan ayında inzal buyrulmaya başlandığı bilgisini içeren Bakara 185. ayeti de açıkça, hak ile batılın arasını ayırt etme (furkan) ve kurtuluşa götürücü deliller (beyyinat) sunma misyonuna sahip Kur’an’ın ne sırf Medine İslam toplumu, ne de diğer Arabistan yarımadası için değil, aksine bütün insanlar için bir hakikat ve hidayet kılavuzu olduğunu vurgulamaktadır: “Kur’an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık delilleri ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak ramazan ayında indirilmiş (indirilmeye başlanmış)tır…”

d-) Öte yandan, Allah Teala kendi kudretinin apaçık delillerini salt mümin topluluklar değil, tam aksine, bütün insanlar bunları düşünüp anlasınlar da takva jestine bürünsünler diye beyan ettiğini belirtir: “(…) Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır: O halde bu sınırları ihlal etmeyin; (işte) böylece Allah’ın mesajlarını bütün insanlara açıklıyor ki, O’na karşı sorumluluklarının bilincine varabilsinler (böylece de korunmuş olsunlar!…)” (Bakara, 187)

Şimdilik, şu tespiti yapmak elzem görülmektedir: Kur’an, kendine has özellikleri, tarihsel, kültürel, dini hususiyetleri; sosyal ve ticari münasebetler örgüsü bulunan belirli bir toplum çerçevesinde nazil olmuş; ilk hitap çerçevesi ve hedef kitle olarak bu topluluk seçilmiş; onların özel tarihsel yaşamlarından bazı kesitler vahiy parçalarına yansımış; ilahiliğini (i’caz) kanıtlamak için Kur’an, dilleri ve dil yetenekleri üzerinden onlara meydan okumuş, kısaca içinde tecelli edip sözden metin haline dönüştüğü toplumla ilişkiye girmiş, ona tesir etmiş, ondan da etkilenmiştir…

Fakat Kur’an, o mahalli dünyada daima evrenselliği, küreselleşmeyi hedefleyen ilahi ebedi bir prototip metin olmuştur! Kur’an nazmının mucizesi olmak üzere, en yerel konular ve sunumlar dahi, mutlaka evrensel ilkeler, gayeler (makasid), uzak amaçlar içermekte, evrenselleşen bir evren algılamasına doğru ileri atılmaktadır!

Kur’an’ın evrensel bir tez olduğunu belirtmek üzere, itibar, değerlendirme, sebebin hususiliğinde değil, lafzın umumiliğindedir ilkesinin benimsenmesi de işte bu derin gerçekliğe dayanmaktadır.

e-) Kur’an’ın son dere-ce dikkat çeken sıfatlarından birisi de onun bir öğüt, hatırlatma, yani bir ‘zikr’ ve ‘zikra’ oluşudur… Bu konuda hafızalarımızda yer etmiş olan başlıca ayetse, hatırlanacağı üzere, Hicr 9. ayetidir: “Kimsenin kuşkusu olmasın ki, bu uyarıcı/hatırlatıcı mesajı: Kur’an’ı (ez-Zikr), ayet ayet biz indirdik (tenzil) ve yine kimsenin kuşkusu olmasın ki, onu yine Biz koruyacağız.”

Kur’an bize kendisinin, salt bir cemaatin ve topluluğun yararını değil, bütün âlemlerin, toplumların, insan ve görünmezler evreninin, bütün diğer inanç gruplarının” da zihinsel, itikadi ve toplumsal dirilişlerini hedefleyen bir zikir olduğunu bildirir; hem de sonsuz doğruluğun güvencesi olan bir kesinlikle.

“Unutmayın ki o (Kur’an), bütün insanlığa (el-alemin) bir öğütten ibarettir.” (En’am, 90); “Bu (Kur’an, Allah’ın), bütün insanlığa bir hatırlatmasıdır (zikr) sadece!” (Yusuf, 104)

f-) En’am, 19. ayetinde gelmekte olan pasajlar ise, Kur’an’ın, gerek ilk muhataplar, gerekse kıyamet gününe değin yankısı ulaşacak herkes için bir uyarıcı (inzar) olarak vahyolunduğunu kesin bir üslupla ortaya koymaktadır. “De ki: Allah benim ile sizin aramızda şahittir ve bu Kur’an bana, onunla sizi ve onun ulaşabileceği herkesi uyarabileyim diye vahyedildi!”

g-) Kur’an’ın kurtarıcılık (necat) misyonunun bütün insanları hedeflediğini görürüz. Onun, ilk muhataplar için, karanlıkları yaran ve nura çıkaran bir kılavuz olarak sunuluşu kadar, bütün insanlan karanlıklardan çıkarıp nura iletmek amacıyla inzal buyrulduğu da kuvvetle vurgulanmaktadır. İşte İbrahim, 1. ayeti:

“Elif- Lam-Ra. Bu, Rablerinin izniyle bütün insanlığı kopkoyu karanlıklardan nura, O Yüceler Yücesinin (Aziz), O her övgüye layık olanın (Hamid) yoluna çıkarasın diye sana indirdiğimiz bir kitaptır (bir ilahi kelamdır).”

h-) Nisa, 174. ayeti de Kur’an’ın bütün insanlar için, hepsinin Rabbi Allah’tan gelmiş bir belge, ilahi kudretin hakikatine dair bir burhan olduğunu şöyle teyit etmektedir: “Ey insanlar! Rabbinizden size kesin bir delil (burhan) geldi. Size biz apaçık ve aydınlatıcı bir nur indirdik!”

Yüce Allah tarafından herkesçe paylaşılmak üzere yeryüzüne indirilmiş sonsuz ilahi bereketler sofrası olan Kur’an Sofrasının sahibi ve ağırlayanı olan peygamber, Hz. Muhammed’dir, öyleyse Kur’an’ın, kendi sözcüsü olan peygamberi takdim biçimi de işte bu sofranın ebediyen kalıcı olduğuna ışık tutmaktadır.

Şöyle ki Hz. Muhammed, istisnasız tüm insanlık için gönderilmiş bir müjdeci (beşir) ve bir uyarıcıdır: o yine, tüm tarihsel sahiplenmelerin ötesinde, bütün alemler için bir rahmet pınarıdır

“(Ey Muhammed), Biz seni bütün insanlığa ancak bir müjdeci ve uyarıcı olman için gönderdik; fakat insanların çoğu (bunu) anlamazlar.” (Sebe 28)

Ve, Hz. Muhammed’in evrensel bir rahmet vesilesi ve şefkat timsali olduğuna da vurgu yapan şu ayet: “Ve, (ey Peygamber), Biz seni yalnızca, bütün alemlere/bütün insanlığa sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.” (Enbiya, 107)

Son ayet hakkında Taberi’nin yapmış olduğu şu açıklamalar konumuz açısından son derece önemlidir. Der ki Taberi:

“Bu hususta en doğru görüş şudur: Cenab-ı Hak peygamberi Hz. Muhammed’i inanmış ya da inanmamış olsun, insanlık aleminin bütünü için bir rahmet olarak görevlendirmiştir. Mümin olanlarına gelince, Allah onları, onun sayesinde hidayete iletecek, ona iman ve onun Allah katından getirdikleriyle amel etmeleri sayesinde, onları cennete girdirecektir, onu inkar eden muhataplara gelince. Hz. Muhammed sebebiyle Allah onlardan, daha önce peygamberlerini yalanlayan ümmetlerin başına gelmiş olan yok eden ve köklerini kazıyan belaları def edecek, onları büsbütün helak etmeyecektir.”

Misyonun tüm zamanlara şamil olması anlamında, Kur’an ile Hz. Muhammed arasında tam bir paralellik ve birbirine bağlılık olduğunu gösteren şu üç ayet de bu konudaki inancımızı güçlendirecektir.

  • Seni (ey Muhammed), butun insanliga bir elçi (Rasul) olarak gönderdik…” (Nisa, 79)
  • “De ki (ey Muhammed). ‘Ey insanlar! Şüphesiz ben Allah”i’ın hepinize gönderdiği bir elçiyim; O (Allah) ki, göklerin ve yerin egemenliği O’na aittir!” (A’raf, 158)
  • “İnsanları uyar! Müminlere sadakatlerine mukabil, Rablerinden üstün bir makam olduğunu müjdele!’ diye, içlerinden bir insana vahyetmemiz insanların tuhafına mi gitti?” (Yunus, 2)

Kur’an’ın ırkı, dili ve dini farklı olan tüm toplumlar için bir rehber olduğunu teyit eden bir başka Kur’an’ı delil, tüm zamanların ehlikitabına hitap eden şu Kur’an pasajlardir:

“Ey ehlikitap! Şimdi size, (Tevrat ve İncil’den) gizlediklerinizin birçoğunu size açıklamak ve bir kısmını da (yüzünüze vurmayarak) bağışlamak amacıyla Resulümüz gelmiştir. Şimdi Allah’tan size bir ışık ve apaçık bir ilahi kelam (Kitap) ulaşmıştır.” (Maide 15)

Kur’an’ın evrenselliğini belirten hususlardan bir diğeri ise Hz. Muhammed’in açıklamalarıdır. Peygamberliğinin ve risaletinin haiz olduğu pek çok ayrıcalık ve özgünlük arasında, o bilhassa Şu hususa dikkatimizi çekmiştir:

Peygamberliğinin ve mesajının, geçmiş peygamberlerin aksine, tüm insanlığa yönelik olması. Onun, salt müminlerin değil, her dinden, her ırktan, her dilden ve coğrafyadan herkesin peygamberi ve ‘kimsesi’ olduğunu dile getiren şu nebevi açıklamaları da bu vesileyle bir kez daha hatırlatmak istiyoruz;

Bana, benden önce hiçbir peygambere verilmeyen şu beş şey verilmiştir:

  • Yürüme olarak bir aylık mesafeden, (düşmanın kalbine) korku düşürerek bana yardım olundu:
  • Tüm yeryüzü bana mescit kılındı ve temiz sayıldı: Binaenaleyh. ümmetimden kime namaz vakti erişirse, o hemen namazını kılsın;
  • Ganimetler bana helal kılındı, halbuki benden önce kimseye helal kılınamamış idi;
  • Bana, şefaat etme yetkisi verildi:
  • Nihayet, daha önce bir peygamber kendi kavmine gönderiliyordu; ben ise bütün insanlığa gönderildim

Bir diğer nebevi haberde ise, Hz. Peygamber’in ve onun mesajının bütün ırklara müteveccih olduğunu vurgulayan şu sarih ifadeler yer alır: “…Ben ise, kırmızı tenli olsun, siyah derili olsun, herkese gönderildim…”

Bilhassa ehlikitaba yönelik şu hadis, son mesaj Kur’an’a ve son nebi Hz. Muhammed’e iman etmemenin vahim akıbetini haber vermektedir: “Bu ümmetten Yahudi veya Nasrani bir adam beni dinlemez, sonra da bana iman etmemiş olduğu halde ölürse, o ancak ateşe girer!

Evrensel Sorunlara Kur’an’dan Yaklaşımlar ve Çözüm Önerileri

Kur’an’ın hiçbir zaman dilimine ve mekan kesitlerine hapsedilemeyeceğinin en büyük ve en güçlü kanıtlarından biri de onun içermiş olduğu konuların, gelecek de dahil, tüm çağların temel sorunlarına dair açıklamalar, işaretler, ilkeler prensipler içeriyor oluşudur. Onda, işlevselliği olmayan, yeni tarihsellikler karşısında edilgen ve suskun pasajlardan söz edilemez. Bilakis Kur’an, insanlığın en köklü ve evrensel sorunlarına daima cevaplar sunmaktadır.

Örneğin: Hürriyet: Kur’an, ‘hürriyet’ ilkesini inanç esasının ta merkezine oturtmuş: hakiki insanlık ve özgürlüğün sadece Allah’a kul olmakla tahakkuk edeceğini belirtmiştir. Kur’an dünyasının omurgasını oluşturan, bu sebeple de bir iman ve varoluş manifestosu olan tevhit esası da, insani, eşyaya ve mevhum varlıklara tapınmaktan uzaklaştırmış, insanı kendi ontolojik kaynak ve kökenlerine bağlayarak, ona, Yüce Allah’ta deruni bir özgürlüğün yaşanması imkanını hazırlamıştır.

Özünde bir özgürleşme sürecini içeren tevhit ilkesine dair pek çok ayet içinde, İhlas suresinin şu veciz ifadelerini sunuyoruz: “De ki: O Allah’tır. gerçek İlahtır ve Birdir. Allah Samed’dir. (Tam, eksiği olmayan; her şey Kendisi’ne muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan). Ne doğurdu, ne de doğuruldu! Ne de herhangi bir şey O’na denk oldu!” (İhlas, 1-4)

Yaratıcının birliği: Tevhit perspektifinden bakıldığında, insanları Yaratan’ın aynı olduğuna bir kere iman edilince, bunun peşinden evrensel kardeşlik ilkesi sökün edecek; sonuçta insanlığı gözyaşlarına boğan her türlü zulüm, baskı, sömürü, hatta işgal sona erecek; Allah’ın nimetler sofrası olan dünyada herkes ihtiyaç duyduğu kadarını bulabilecektir. Bu hususla ilgili olarak şu iki ayet oldukça dikkat çekicidir:

  • “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için sizi milletlere, sülalelere ayırdık. Allah nazarında en değerli, en üstün olanınız, Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada (takva) en ileri olanınızdır!” (Hucurat. 13);
  • “Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helal hoş olmak şartı ile yeyiniz. Fakat şeytanın peşinden gitmeyiniz, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır!” (Bakara, 168)

Amaçlı bir yaratılış: Kur’an’ın sunduğu en temel anlayışlardan birisi de mikro ve makro alemlerin bir varoluş hikmeti olduğu; asla sebepsiz değil, aşkın bir gaye doğrultusunda var edildikleridir. Bu kozmik bilinç bizi, insan benliği ile dünyayı da bir ‘kök’e, ‘kuşatıcı bir gaye’ düşüncesine raptetmekte, böylece de metafizik yalnızlık ve kök- süzlük vehminden kurtararak namütenahi bir varlık ve varoluş şuuruna yükseltmektedir:

“Biz, göğü ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri bir amaç ve anlamdan yoksun yaratmadık; bu, inkar edenlerin zannıdır! Vay hallerine (cehennem) ateşindeki o inkarcıların!” (Sad, 28)

Varoluş sevinci: Bir önceki bilince bağlı olarak, insanlığın tüm çağlarda en temel ruhi gıdası mesabesindeki ümidi, sonsuzluk ufkuna yönelmekte, böylece ferdî ve toplumsal melankolilerin yolu kesilerek evrende beşeri varlığı temellendiren ve onu mutlu eden bir optimizmi egemen kılınmaktadır.

Ebedi bir dünya, orada aklı aşan bir hayat telakkisi, sonsuz yaşam coşkusu gibi konuları işleyen ayetler, insanoğluna sonsuz esinler, dinamizmler ve özgüven aşılamakta, benliğini dopdolu algılamasını sağlamaktadır!

“Düşünseler şunu anlarlardı: Bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir; ama ebedi ahiret diyarı ise hayatın ta kendisidir! Keşke bunu bilselerdi!” (Ankebut, 64)

Sonuç olarak, bir bengisu olarak ezelden gelip ufkumuzda tulu eden, kıyamete kadar da bizi aydınlatıp rehberlik yapacak olan evrensel bir kitabın evrensel cazibesini tam olarak betimlemekten kelimeler aciz.

Her Koşulda ve Çağda: Eskimeyen Taptaze Kur’an

Kur’an, akıp gitmekte olan zaman, toplum ve tarih gerçeğine paralel bir biçimde, bütün canlılık ve diriliğini korumakta; nebevi bir sözde de ifadesini bulduğu gibi, her dem terütaze ve her koşulda yeni kalmaktadır. İnsanlığa sunduğu yeni seçenekler ve bakış açılarıyla, onları hayran bırakan

Harikuladelikleri asla bitmemekte; insanlık, her yeni açılım ve gelişim noktasında, umudun peşine düştüğü her bunalım anında Kur’an’ı daha iyi tanımakta, ona tutunarak varoluşsal bir iletişim ve bütünleşme yolunda ileriye doğru güçlü bir adım daha atmaktadır.

Onun için yapılmış olan tanım ve temsile uygun bir biçimde, Kur’an, “meyvelerle donanmış bir ağaç gibi, tepeleri elvan elvan meyvelerle yıkılırken dibi de adeta efsunkar yeşillikleriyle gönülleri cezbetmeyi sürdürmektedir ve sürdürecektir!”

Eşsiz ilahi söz örgüsü (nazm) sayesinde, başka hiçbir kitaba nasip olmayacak bir biçimde, sürekli okunmasından gönüller sıkılmamakta, diller usanmamakta, üzerinde düşünmekten fikirler hiç yorulmamakta, buyruklarına kendisini vermekten de bedenler ve azimler hiç sıkılmamaktadır.

Her yeni okunuşu bize, daha önce idrak edilmeyen, sezilmeyen başka anlam eşiklerini açmakta, yeni fikirler, duygular ve heyecanlar vermekte; böylece bizi, kendi o sonsuz odalı kasırlarına sokuvermektedir.

Üzerinde ciddi olarak düşünülmesi halinde, çok engin bir zihin dinamizmi sağlamakta; ortaya konulmuş ve konulması muhtemel pek çok bilimsel anlayış ve keşiflere ima ve işaretlerde bulunmakta; meçhuller okyanusuna doğru hep bir ışık tutmaktadır.

Kur’an’ın şu cezbedici teşbihiyle, “Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu), nur üstüne nurdur.” (Nur, 35)

Ve, Kur’an nuru asla sönmeyecektir!….

Kaynak: Prof. Dr: Sadık Kılıç (Atatürk Üniv İlahiyat Fak) / Diyanet Aylık Dergisi / Nisan 2010 / bkz: 4-9

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir