1. Anasayfa
  2. Tövbe ve İstiğfar

Tevbe ve Tövbeye Olan İhtiyaç


Tevbe, lügatte; günah ve suçtan dönüp Allah’a yönelme, işlenmiş bir günah ve suçtan ötürü pişman olup, bir daha yapmamağa söz verme anlamına gelir. Bu, Müslüman bir kimsenin, vicdanî yönden daha çok kendi kendine hesaplaşmasının sembolik bir tezahürüdür. Yapılan hatadan veya işlenen günahtan dolayı, insanın kendi vicdanîyle hesaplaşması sonucunda meydana gelen bir pişmanlığın teyidi olarak yapılır.

Bu pişmanlık, daha çok nefsin muhasebesi yolu ile ortaya çıkar. Müslüman bir kimsenin, herhangi bir konudaki hareket, davranış ve fiillerinden dolayı pişmanlık duyarak kesin dönüş yapmasıdır. Bu, günahlardan, kötülüklerden, kötü düşünce ve duygulardan sıyrılışın bir simgesidir. Nitekim, Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de; “Şüphesiz ki, Allah daima kendine dönenleri ve çokça tevbe edenleri yargılağayıcıdır” buyurmaktadır.

İnsanoğlu, bu kainatta yaratılmış bütün canlı varlıklar içerisinde ayrı özelliklere ve meziyetlere sahip bulunan yegane varlıktır. Onun pek çok özelliklerinin başında, hem iyilik, hem de kötülük yapabilecek bir nitelikte yaratılmış olması gelir. O, kendi hür iradesiyle iyilik de, kötülük de yapabilir. Kısaca; iyilik ve kötülük diye vasıflandırılan fiillerden istediğini seçerek yapabilme iradesi, bütün canlı varlıklar içerisinde ona verilmiştir.

Bu dünyada her varlık, yaratılış gayesine uygun olarak tabii seyir içinde kendi görevini icra etmektedir. Canlı varlıkların bir sınıfını teşkil eden, kara ve denizde yaşayan hayvanların bir kısmının etinden, sütünden, yününden, derisinden ve daha bir çok yönlerinden istifade edilmektedir.

Orman, bağ veya bahçeyi oluşturan çeşit çeşit ağaçların da bir kısmının meyvesinden yiyecek olarak, diğer kısmı da ham maddesinden sanayi alanında değişik şekillerde, insan hayatının günlük yaşayışındaki ihtiyaçları elde edilmektedir. Ayrıca, bir ülkenin zenginlik ve hayat kaynağı olarak görülen ağaçların, insan ve toplum hayatında sayılamayacak kadar yararı pek çoktur.

Güneş, yer, su ve kısaca her şeyin insanoğlunun istifadesi için yaratıldığını biliyoruz. Bütün bunlar, her cins sınıf canlı yaratıkların hayat kaynağı olarak görevlerini icra etmektedir. Bunlar olmasaydı, hiç bir canlı varlık, hayatını sürdüremezdi. İlmi çalışmalar da, günlük müşahadelerimiz de bunu açık olarak ortaya koymaktadır.

İnsan, bu kainattaki her varlıktan şu veya bu şekilde istifade ederek hayatını sürdürmektedir. Havayı teneffüs etmeden, normal hava alıp vermeden yaşamanın mümkün olmadığını biliyoruz. Uzun müddet susuz kalmamız halinde, biyolojik varlığımız tehlikeye girer ve çıldıracak duruma geliriz. Güneşten, güneşin vermiş olduğu enerjiden yeterince yararlanamayan canlıların, hiç de sağlıklı bir şekilde yaşama şansları yoktur. Çok kısa zamanda sıhhatleri bozularak, ümitsizlik ve bedbinlik hayatlarının kaçınılmaz bir kabusu olur.

O halde her insan, biyolojik varlığını sağlıklı bir biçimde koruyarak hayatını normal sürdürebilmesi için, Allah’ın yaratmış olduğu sayısız. meşru nimetlerden istifade edecektir. Bunun için de, her türlü gayreti göstermek durumundadır. Bir bakıma, buna, hayat mücadelesi de diyebiliriz.

Soğuk, sıcak demeden; her türlü sıkını, zorluk ve güçlükler sağlam bir irade gücü ile aşarak, hayatını sağlıklı ve dengeli bir zemin üzerine kurmak zorundadır. Çünkü, dünyaya gelmek kişinin kendi elinde olmadığı gibi, bu dünyadan göçüp gitmek de, insan iradesinin dışında tezahür etmektedir. Bu bakımdan, hayatın bütün zorluk, güçlük ve sıkıntıları göğüslemek zorundadır, ümitsizliğe düşmeden, her gün yeni bir ümitle, karşılaştığı engelleri ve zorlukları aşarak hayatını güzelleştirmeye çalışmalıdır. Hiç şüphesiz, bugün medeniyet sahasında görülen gelişmeler de, bu anlayış ve gayretin bir neticesidir.

Günlük hayatta insanı, değişik şekillerde hareket, davranış ve füllere iten pek çok sebepler vardır. Biz, bunlara insan davranışlarını etkileyen faktörler olarak, psikolojide, kısaca, “motivasyon” diyoruz, Açlığın, susuzluğun veya tabiatın diğer etkilerine karşı, insanın takındığı hal, hareket ve tavırlar, buna bir örnek teşkil eder.

Maddi ihtiyaçlar, çağımızda giderek çoğalmakta ve çeşitlenmektedir. Yeme, içme, giyinme ve barınma gibi fiziki ihtiyaçlar, tarihin her devrinde insan hayatının gündemini sürekli olarak meşgul etmiştir. Buna ilave olarak, günümüz teknolojik gelişmeleri de, insan ihtiyaçlarını giderek daha da fazlalaştırmaktadır.

Ayrıca, nüfusun hızla artış göstermesi de beraberinde, sosyal, ekonomik ve benzeri bir çok problemleri getirmektedir. Bunun yanı sıra, insan ihtiyaçlarının temini de o nispette güçleşmektedir. Toplum hayatında bunun sebep olduğu sıkıntılar ve huzursuzluklar. zaman zaman değişik şekillerde görülmektedir. Böyle durumlarda, insanın maddi ihtiyaçlarının yanında, manevi ihtiyaçlarının karşılanmasının gerektiği gerçeği de ortaya çıkıyor.

Manevi yönden insan desteklenmediği sürece onu sadece maddi yönden tatmin etmek imkân dahilinde değildir. Madde ve mana arasındaki dengesizlik, yine, onun huzursuz ve bedben olmasına yetmektedir. Çünkü bir maddi ihtiyacın temini yanında, başka bir maddi ihtiyaç daha baş gösteriyor. Bu, insanın tabiatında mevcut olan hırsın, giderek ihtirasa dönüşmesinin tabii bir sonucudur. Nefsi, böyle kötü bir akıbete sürüklemekten alıkoymanın yolu, günlük yaşamımızda lazım olan maddi ihtiyaçları temine çalışırken, bu çalışmaları, manevi yönden de destekleyerek pekiştirmektedir.

Başka bir deyişle, bu çalışmaları, iş hayatı ile manevi hayatı bütünleştirecek şekilde çalışarak dengelemektir. Her gün, bir önceki günden daha ileri gitmek, kendine, ailesine, çevresine ve bütün insanlığa faydalı, güzel ve hayırlı işler yaparak Allah’ın kendisine ihsan etmiş olduğu ömrünü en iyi şekilde geçirmektir. Aslında böyle faaliyetlerle zamanını değerlendirmek zor bir iş de değildir. Bu, bir inanç, anlayış, fedakarlık, sebat ve azım işidir.

İnsanoğlu, bu çalışmayı gerçekleştirebilecek, hayat tarzını buna göre düzenleyerek güzelleştirip, günlük yaşantısına bir anlam kazandırabilecek özellik ve kabiliyette yaratılmıştır.

Nitekim, insanın erginlik çağından itibaren, bütün hayatı boyunca ondan istenen de, iyilik, takva ve doğruluk üzerine yaşayışını kurarak, hayatının her alanını güzelleştirmektir. Bunu aldığı eğitim ve sahip olduğu kültür yoluyla elde edecektir.

Hal böyle olmasına rağmen, za- man zaman, onun bu yaşayışında bazı sapmaların olduğu görülür kimi zaman bilmeyerek, kimi zaman yanılarak, kimi zaman da gafletinden veya düşünce yetersizliğinden hata yapar, günah işler. Bu, insanın şahsiyetinin geliştirilmesi sırasındaki bazı ihmallerin bir neticesidir.

Ana kucağında başlayarak, şahsiyetini tamamlayıncaya kadar çocuk terbiyesi, bu yönden çok önemlidir. Bu müddet içerisinde çocuğa verilecek bilgi, kazandırılacak davranış ve alışkanlıklar, ister doğru, ister yanlış olsun, bütün hayat boyunca onların etkisi devam edecektir. Bu bakımdan, her ana baba (aile) ve öğretmen, çocuğun iyi duygularını geliştirecek ve ona iyi alışkanlıklar kazandıracak ve bunları daima destekleyip devamlılığını sağlayacak temel esaslarını öğretmekle yükümlüdür.

Yeri gelmişken hemen belirtmeliyiz ki, günlük hayatımızda, insanlar- da zaman zaman görülen bazı kötülüklerin önlenmesinde, iyilik ve doğruluğa dayalı bir hayat tarzının gerçekleştirilmesinde; bunun da devamlılığının sağlanmasında namaz. oruç, zekat gibi bir çok ibadetlerin başlı başına büyük önemi vardır. Çünkü, İslam da bu yükümlülükler. inanan kimseler için, günlük hayatındaki muhtemel hatalar ile kötülükleri önleyecek bir dinamik güçtür.

Mesela, dinin temel direği durumunda olan beş vakit namaz, insanın bütün kötülüklerden arınması bakımından başlı başına büyük bir değer taşır. Çünkü, Allah’a teslimiyetin en büyük göstergesi olan bu ibadetin yerine getirilmesi için, her Müslüman dünya meşgalelerinden kendini sıyırarak yaratıcısının huzuruna günde beş defa çıkıyor. Böylece, o kimse günün diğer zamanlarını da disipline etme imkanı elde etmiş olacaktır.

İnanmanın, yani Allah’a teslimiyetin bir gereği olarak, sürekli yapılan bu günlük ibadetimiz çevre temi liğinden, düşünce temizliği ve olgunluğuna kadar uzanarak, insanlar arasında iyi münasebetlerin kurulmasını sağlayacak alışkanlıkların elde edilmesine vesile olur.

Yine, Allah’a karşı olan bir başka kulluk borcumuzun bir neticise olarak, O, yüce yaratıcının rızasını kazanmaya vesile olmak üzere yılda tutlan (bir ay) oruç ibadeti de, kişiye sayılamayacak kadar pek çok meziyetler kazandırmaktadır. Gerçekten, uzun, kısa. sıcak soğuk, iş ve güç demeden her türlü şartlara rağmen, yılın belirli ve sayılı günlerinde, yeme, içme gibi nefsani bir çok arzulardan fedakârlık yapmak suretiyle oruç tutmak, irade eğitiminin sembolik en güzel bir örneğidir.

Yukarıdaki bu kısa açıklamalardan da anlaşıldığı gibi; Namaz ve Orυς gibi ibadetler, günün ve yılın belirli zamanlarında yerine getirilmektedir. Bu, sadece, şekil ve hareketlerden ibaret bir görevin yerine getirilişi değil, sosyal ve ekonomik bakımından insan hayatının her sahasını müsbet yönden şekillendirerek geliştiren İlahi bir vazifenin ifası olarak değerlendirilmelidir. Çünkü, bu ulvi ve yüce görevi, bütün kurallarıyla birlikte şuurlu bir şekilde yerine getiren kimse, manevi yönden devamlı bir yükseliş halinde olduğundan, bu durum, onun duygu, düşünce ve her çeşit faaliyetini müsbet yönden etkileyerek, büyük ölçüde güvenilir. mutlu ve huzurlu olmasını sağlayacaktır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki,; İnsanoğlu, “Allah’ın yer yüzüne lütfettiği, üstün yapıcı yeteneklere sahip, fakat organik ve biyolojik mahiyeti yönünden zayıf olan bir varlıktır. Bu bakımdan O, hem iyilik, hem de kötülük yapabilecek bir özelliktedir.

Ondan istenen ise, inanıp hayırlı işler yapmak, hayatını iyilik, güzellik ve doğruluk temelleri üzerine kurmaktır. Bu da, İlahi emirlerin ışığında her hareket, davranış ve fiillerde ölçülü ve dengeli olmak, hak ve hukuk ilkeleri dahilinde hakkına rıza göstererek. başkasına haksızlık etmeden, günlük yaşayışını en güzel biçimde düzenlemek suretiyle yerine getirilir.

Ancak, insanın yaratılış özelliği itibariyle, onun sahip olduğu nefis güçlü , istese de bir çok günahlara yöneltir. Onu da yönelişten, nefsin ve arzularından uzaklaştıracak olan Allah’ın buyruklarına uymak, yasaklarından kaçınmaktır. İnanan kimse, bu temel esaslar içerisinde hayatını sürdürerek, değerlendirmek zorundadır..

Bununla beraber, bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz bir günahın vebalinden kurtulmak için; Allah’a tevbe ve istiğfar etmek de şarttır. Çünkü, tevbe, insanın kurtuluşuna vesile olan bir yol olup, geçmişin kötülüklerinden, günahlarından sıyrılmanın ve temizlenmenin son ümit kapısıdır.

İnsanoğlu için, geçmişe tekrar dönmek imkan dahilinde olmadığına göre, günahlarını sık sık hatırlayıp bu günahlarından temizlenmek, arınmak ve af edilmek için, Allah’a yalvarmak ve O’nun merhametine sığınmaktan başka çare kalmamaktadır.

Nitekim, Hz. Ömer de; “Kıyamette hesabının sorulmadan önce dünyada kendinizi hesaba çekiniz, orada tartılmadan önce burada kendi kendinizi tartınız” demek suretiyle, kendimize çeki düzen verme bakımından, bu dünyada zaman zaman nefis muhasebe yapmanın gerekli olduğunu belirtmiştir.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadislerinde: “Cenab-ı Hak, gündüzün fenalık yapanların tevbe etmesi için, geceleyin elini uzatır. Geceleyin günah işleyenlerin (günahkar olanların tevbe etse için de gündüzün elini uzatır (lütfunu açar).

Yani gece ve gündüz tevbe edenlerin tevbesini kıyamete kadar kabul eder. O üstün insan ve yüce Peygamberimiz (s.a.v. başka bir hadislerinde de; “Allah’a yemin ederim ki, kulunun tevbesinden dolayı. Allah-ü Teala’nın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zaman ki sevincinden daha büyüktür. Bana bir karış yaklaşana ben bir kulaç yaklaşırım, bana yürüyerek gelene ben de koşarak gelirim, teveccüh ederim” buyurmaktadır.

Demek oluyor ki,

İnsanlar, iyi işler (ameller) yapmak suretiyle, Allah’ın lütfu ihsanına yaklaşır. Cenab-ı Hak da, onlara bu iyi amellerinden dolayı, fazlu keremini ihsan eder. Çünkü, O’nun ihsanı bol ve merhameti de sonsuzdur. Şu halde, Allah’ın vermiş olduğu bu kadar sayısız lütfuna karşı. insanın ümitsizliğe düşerek bedbin olması hiç de doğru bir hareket değildir. Çünkü, onun kurtuluşunu sağlayacak, tevbe kapısı her zaman açıktır.

Önemli olanı, bundan yararlanmasını bilmektir. Bunun için de, kendi kendimizi her gün nefsimizi hesaba çekmek suretiyle kontrol edip, yaptıklarımızın iyi ve fena olanlarını vicdanınıza karşı itiraf ederek Allah’ın merhametine sığınmalıyız. Bu anlayış, bu pişmanlık bizi ruhi rahatlığa ve tevbe kapılarına her zaman ulaştırır. Esasen kendi kendini tartmaya yeterli olan kimse, güvenilir ve hayırlı kararlar verebilir. Böylece, hayatını sağlam zemin üzerine kurmak suretiyle, dünya ve ahiret hayatını dengeleyerek, yaşayışına bir anlam kazandırır.

Halil Karlık

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı / Diyanet İlmi Dergisi / 1990 / 2. Sayı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir