1. Anasayfa
  2. 3- Al-i İmran Süresi

Uhud Savaşında Ne Gibi Hikmetler Gizlidir?


Uhud yenilgisinin apaçık bir hikmeti vardır. Bedir galibiyeti, zararda olan ve iyilik isteyen kimselerin önüne, bu yeni dine girmeleri için bir yol açtı.

Kim bilir, belki de dünün ve bugünün düşmanları, Allah (c.c)’la aralarını iyileştirir ve O (c.c)’nun dinine girerlerse, yarının en samimi dostları ve arkadaşları olabilirler. Şüphesiz sevgi ve nefret, sadece Allah (c.c) için olmalıdır. Sizinle herhangi bir kimse anısında özel ve şahsi düşmanlıklar olamaz.

Uhud yenilgisinin apaçık bir hikmeti vardır. Bedir galibiyeti, zararda olan ve iyilik isteyen kimselerin önüne, bu yeni dine girmeleri için bir yol açtı. Artık yarınların bu yeni dinin olacağı aşikardı. Bedir de kazanılan beklenmedik galibiyetten sonra, münafıkların lideri Abdullah bin Übey şöyle dememiş miydi: Bu din, artık gelmeye başlamıştır. Ardından da kendisine tabi olan kimselere, Müslümanlara katılmalarını emretmiştir.

İşte bu sebeple yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Allah müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdar temizden ayrılacaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takva sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır (Al-i İmran Suresi 179)”

Yenilgi ve hezimet gerçek dostla düşmanı birbirinden ayırır. Menfaat ve şöhret peşinde koşanlar ayıklanır, geriye hem zorlukta ve hem de kolaylık anında peygamberlerini destekleyen ve ne kadar zor olursa olsun Rablerinin dinine yardım eden ihlaslı kimseleri bırakır.

İnsanlar iki gruptur.

  • En kötü şartlarda bile Hakka teslim eden sözünün eri bir grup;
  • “Kendi canlarının kaygısına düşmüş (Al-i İmran Suresi 154)” Kendi istekleri peşinde koşan ve kendi menfaatlerini düşünen “Allah (c.c)’a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıp, bu işten bize ne (Al-i İmran Suresi 154)” diyen grup. Onlar öfkelidirler; zira onların önerileri kabul edilmemiş ve şahsiyetlerine saygı gösterilmemiştir. İşte böylelerinin inancı, kendilerini zafere ve galibiyete taşımaz.

Bazılarının zannettiği gibi Uhud yenilgisi, strateji, hatasından kaynaklanmamaktadır. Aksine bu yenilgi, verilen emirleri uygularken gevşek davranma sonucu gelmiştir. Şayet her asker, kendisine verilen görevi tam olarak yerine getirseydi, bu kötü sonuç olmazdı. Fakat bazı kimseler, kendi hatalı tasarrufları veya savaşın ilk başlarında Müslümanların zafer kazandığını ve ganimet yığınlarının gözüktüğünü gördüklerinde; ani bir tamah sebebiyle, kendilerine yüklenen görevi unuttular.

“Siz Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah size olan vaadini yerine getirmişti. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınız (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştüler. (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve asi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı (Al-i İmran Suresi 152)”. Yani konumlar değişince, neticeler de değişmiş oldu.

“Sonra, Allah denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi affetti. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkardır (Al-i İmran Suresi 152)”

Müslümanlar bu ciddi yenilgiye alışamayıp, kötü sonuçlarıyla karşılaştıklarında kendi kendilerini sorguladılar: Bu yenilgi nasıl ve niçin gerçekleşti? İşte bu yenilginin mükemmel bir gerekçesi şu şekilde geldi:

“(Bedir’de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğimiz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi Bu nasıl oluyor? dediniz. De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter (Al-i İmran Suresi 165)”

Uhud’da Müslümanların başına gelen felaketten dolayı, onlar sıkıntıya düşerken, Allah (c.c) Hz Muhammed (s.a.v)’in tabilerine şu tarihi gerçeği hatırlatmaktadır:

“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibarettir: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl, kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl (Al-i İmran Süresi 146-147)”

Süre, yaraları sarmaya, azimleri güçlendirmeye ve müminleri birbirine bağlamaya, güvenlerini tekrar geri vermeye bağlamaya devam etmektedir. Bu arada şu hususu da unutmamız doğru olmaz.

Örneğin bu savaşta, dünyayı arkalarına atarak hiçbir şeye aldırmadan Allah (c.c)’a koşan nice “adamlar” ortaya çıkmıştır. Yine bu savaşta, umutsuzca yerlerini terk etmeyen nice “adamlar” vardı ki, onları bu sebata sevk eden tek unsur, son nefesine kadar sadakat ve verdiği sözü yerine getirme bilincidir.

Yine bu savaşta, meydanı kahramanlık ve fedakarlıkla dolduran nice kadınlar vardı. Cesareti kırılmış ve bitkin hale gelmiş erkekler savaştan kaçarken, bu mümine kadınlar savaşa adeta uçarak gidiyorlardı. Yine bu savaşta yorgun olduğu halde mücadele yükünü muazzam bir cesaretle yüklenen ve Allah (c.c) ve Resulü (s.a.v)’ne yardım etmekten haşka hiçbir gayesi olmayan, şehadetle ödüllendirilmiş nice kimseler vardı

İşte bu savaşta, bunların hepsi gerçekleşti. Bu savaş, müminlerin yüreklerine hatıraları kazılan ve ebedi olarak unutamayacakları izler bıraktı. Unut anıları, Hz Peygamber’in ölümüne kadar kalbinde kaldı. O (s.a.v), Uhut şehitlerinin cenaze namazlarını kıldırırken şöyle diyordu:

“Uhud; onun bizi, bizim de onu sevdiğimiz bir dağdır”

Kaynak: Muhammed Gazali / Kur’an’ın Konulu Tefsiri / bkz: 59-64

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir