Vahiy; Yüce yaratıcının insanlara ulaştırmak istediği ilahi emir,yasak ve haberlerin tümünü vasıtalı veya vasıtasız bir tarzda gizli ve süratli bir yola peygamberlerine iletmesidir (a)
Vahiy Tarihine Baktığımız Zaman; Her Peygambere kendi lisanıyla vahyedildiğini yani vahiy elçisinin Tevrat’ı İbranice, İncil’i Aramice ve Kur’an’ı da Arapça lisanla indirdiğini görmekteyiz. Gerçi bütün vahiylerin Arapça olarak indirildiğini ,sonra her peygamberin onu kendi kavmi için tercüme ettiğini söyleyenler olmuşsa da bunun tutarlı olduğunu ileri sürmek pek mümkün görünmemektedir (b)
Vahiy Peygamber Efendimize Nasıl Vahyolunuyordu
Vahiy esnasında konuşan ve dinleyen zatın aynı kategoriye mensup aynı düzeyde varlıklar olmasıdır. O halde bu tür bir vahyin gerçekleşmesi için iki varlık arasında nasıl olağanüstü bir durum meydana gelmektedir?
Hemen belirtelim ki bu hususun bazı İslam alimleri tarafından çok iyi kavrandığı anlaşılmaktadır. Mesela Buhari şarihlerinden el-Kirmani (ö:786/1384)’nin konuyla ilgili enteresan bir tespiti vardır.
Şöyle ki;
Vahiy, melekle insan arasında meydana gelen bir konuşmadır.
İki taraf arasında bir çeşit eşitlik gerçekleşmedikçe yani konuşan ile dinleyen arasında bir ilişki olmadıkça, karşılıklı bir kelime alış-verişi,öğretim ve öğrenim mümkün değildir. Bunun iki yolu vardır;
- Ya dinleyen konuşanın galip etkisiyle derin bir kişisel değişikliğe uğrar
- Ya da konuşan dinleyenin sıfatlarına bürünerek bir beşer suretine girer.Resulüllah (s.a.s)’in vahiy alması her iki şekilde de vuku bulmuştur.
Bu konuda görüş beyan eden alimlerin biri de Zerkeşi (ö:794/1391)’dir. Ona göre de Hz Peygamber (s.a.s) hem kendisinin meleklenmesiyle, hem de aracı meleğin insan suretine girmesiyle vahiy almıştır.
İbn Haldun (ö:808/1405) da peygamberlerin meleklerle münasebet kurmaları ancak onların melekleşmeleriyle mümkün görmektedir. Söz konusu müellife göre bunun yolu da peygamberlere manevi bir kuvvetin gelip kendilerini etkilemesi ve tabiatlarını değiştirmesiyle gerçekleşmektedir.
Konuyla ilgili görüşü aynen şöyledir; ‘Vahyin nuru ortaya çıktığı vakit peygamberler yanlarında bulunanlardan büsbütün kaybolarak maneviyata yönelmiş olurlar ve dışarıdan bakıldığında uyku ve bayılma gibi bir hal meydana gelip görenler onları uyuyor yahut bayılmış sanırlar. Halbuki o durumda bu hallerden hiçbirisi söz konusu değildir. Hakikatte kendileri horuldama halinde iseler de ruhları ilahi cezbeden ötürü, yüce olan ruhlar ve meleklerle ruhani münasebet ve temaslarda bulunup, bunları müşahadeye dalmış oldukları için beşer anlayışının büsbütün dışında bir durumdadırlar. Bu cezbe anında peygamberler fısıldayarak söylenen sözleri işitir ve anlarlar. Tabi ki bu durum vasıtalı vahiy için düşünülebilir (b)
Kur’an’ın Çeşitli Zaman Aralıklarıyla Nazil Olması
İslam hukukçuları açısından da büyük önem taşımaktadır. Bilindiği gibi her bir vahiy bölümü, kendisine ihtiyaç duyulduğunda veya bir vakıa yahut bir sebep üzerine belli bir sorunu çözmek için gelirdi. Zaten aksi de pek uygun düşmezdi.
Mesela; Miras konusuyla ilgili bir halin söz konusu olabileceği bir ölüm hadisesi karşısında şayet ceza hukuku ile alakalı bir vahiy gelmiş olsaydı, bu anlamsız ve yersiz olurdu. Dolayısıyla hukukçular naslardan hüküm çıkarırken bu hususları da göz önünde bulundurarak sebeplerle olaylar arasında münasebet kurarlar. Bu da onlara,nassların manalarını anlama, yorumlama ve onlardan hüküm çıkarmada kolaylık sağlamış olur (c)
Kısacası;
Kur’an-ı Kerim’in muhteva itibariyle tedricen indirilişi onun evrenselliğinden kaynaklanmaktadır
İçerisinde, tarihi hadiseler bulundursa da onun genel özelliği budur. Elbette ki bu vahiy muhtevasının evrensel boyutu yakalaması, koyduğu prensiplerin zaman aşımı ile mükemmellik kazanması sayesinde değil, daha başlangıçta mükemmel olarak indirilmesiyledir. Kur’an vahyinin bu mükemmelliği sayesindedir ki, onun uygulama alanı bulduğu toplum, ideal bir toplum olmuş ve sonsuz aleme uzanan zaman çizgisinde oluşacak toplumlara ve ümmetlere model teşkil edecek bir olgunluğa erişmiştir (d)
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı / Kur’an’ın Nüzulünün 1400. Yılı Anısına Diyanet İlmi Dergi Kur’an Özel Sayısı / bkz: (a-17) (b-26-27) (c-31) (d-32)