Kimlerle dost / arkadaş olunmaması gerektiğini bildiren ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;
Ey İman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Kalplerinde hastalık bulunanların Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır. (O zaman) iman edenler: Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler? diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden olmuşlardır (Maide Suresi 51-53)
Bu mübarek ayetler kafirlere karşı gösterilecek bir dostluğun kötü neticeleri olacağını ihtar buyurmaktadır. Kalplerinde manevi hastalık bulunanların ikircikli davranışlarına karşı dikkatli olmak gerektiğini bildirmekte ve onların kötü akıbetini hatırlatmaktadır.
Rivayet edildiğine göre Ubade b. Samit (r.a) Resulüllah’a (s.a.v) şöyle demiştir: Ey Allah’ın Resulü! Benim Yahudilerden birçok dostum var. Ben bunların dostluklarından vazgeçip Allah’ı ve Resulünü dost ediniyorum
Abdullah b. Übey ise: Ben felaketlerden korkarım. Onun için Kaynukaoğulları Yahudileri ile olan dostluğumu terk edemem demiştir. Bunun üzerine Allah Teala müminlere hususen nida ederek:
Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin buyurmuştur. Bunun manası; Onlardan hiç biriyle samimi dost olmayın demektir. Onlarla ahbabınızla girdiğiniz ilişkiye girmeyin demektir. Yoksa hakikaten onlarla hiçbir şekilde münasebet kurmayın manasında değildir. Çünkü bu mümkün olmayan bir şeydir ve ayet-i kerimede belirtilen yasağın sınırları dışındadır.
Bu ayetlerle ilgili şu hatırlatmaların yapılması yerinde olacaktır: Ayet-i kerimenin nüzul sebebi, her ne kadar bazı Müslümanlarla ilgili olsa da bu hitap bütün müminleri içine alır.
Başka dinden olanlar, özellikle Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanların dostu olamazlar. Onlar ancak birbirinin dostu olur, birbirini desteklerler.
Zaman zaman Müslümanlara yaklaşmaları, kendi menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu unutmamaları ve kendi aralarındaki dostluğu güçlendirmeleri zaruridir. Müslümanlar arasına sızan ikiyüzlüler, felaket tellallığı yaparak onları kafirlere yöneltmek isterler.
İman ehlinin bunlardan da sakınması gerekir. Çünkü ayet-i kerime gayet açıktır: Yahudi ve Hristiyanları dost ve yönetici (veli) edinmeyeceğiz. Binlerce yıllık tarih bunlara itimat etmenin doğru olmadığını göstermektedir. ancak buradaki dost edinmeyiniz ifadesinden kasıt;
Dükkan veya ev komşunuz olan Yahudi ile konuşmayın, karşılıklı çay içip ikramda bulunmayın demek değildir. Onları veli edinmeyin demektir.
Kim onları veli edinir ve kendilerine tabi olmaya rıza gösterirse, o da onlardan sayılır demektir. Nitekim Resulüllah (s.a.v): Kişi sevdiği ile beraberdir buyurmaktadır.
Kalplerinde hastalık bulunanların; Bize bir bela gelmesinden korkarız diyerek onların (Yahudi ve Hristiyanların) arasında koşuşturduklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih veya kendi katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerinden pişman olurlar
(Münafıklar açığa çıkınca) iman edenler: Bütün güçleriyle müminlerle beraber olduklarına yemin edenler bunlar mı? derler. Böylece ikiyüzlüler, bütün amelleri boşa gitmiş ve zarara uğrayanlardan olmuş oldular.
Müslümanların daha fazla güçlü olmadıkları dönemde münafıklar, hem Yahudi ve Hristiyanlarla hem de Müslümanlarla hoş geçinmeye çalışırlar. Terazinin dili gibi kim ağır basarsa o tarafa meylederler. Müslümanlardan bir menfaat göreceğini hissederse, yıllar boyu Allah demeyenler, Kur’an-ı Kerim’i öpüp başlarına koyabilirler. Akşamları ise başkalarına inanmayın biz onları aldatıyoruz derler. Halbuki onlar kendilerini kandırmaktadırlar.
Dostluk konusunda Ehl-i Kitap ile müminler arasında bocalayan münafıkların durumunu ortaya koymak üzere şöyle buyrulmaktadır: Kalplerinde hastalık bulunanların Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün
Bu ayetlerin nazil olduğu dönem itibariyle Medine’de Yahudiler hem verimli topraklara sahipti hem de ticari hayata hakim durumda idiler. Dolayısıyla toplumun iktisadi ve siyasi hayatında hissedilen bir ağırlıkları bulunmaktaydı. Hristiyanlar da yaşadıkları bölgelerde iktisadi açıdan diğerlerinden daha iyi durumda idiler.
Resulüllah (s.a.v)’in liderliğinde Medine’de kurulmuş bulunan İslam Devleti ise düşmanlarına karşı verdiği mücadele henüz kesin bir sonuca ulaşmadığı için münafıklar durumlarını tam olarak netleştirmemişlerdi. Bunlar görünürde Müslümanların içinde yer alıyordu. Ancak mücadele Müslümanların mağlubiyetiyle neticelenecek olursa Yahudi ve Hristiyanlara sığınabilmek için onlarla olan dostluk münasebetlerini de devam ettirmeye gayret gösteriyorlardı
Fakat onlar Allah’ın, Muazzez Peygamberine yardım edeceğini, ona zaferler, fetihler nasip edebileceğini veya düşmanlarının başına bir felaket getirip de onları yok edeceğini bilmiyorlardı. Bu takdirde sergiledikleri ikiyüzlü tavırlarından pişmanlık duyacaklarını hesaba katmıyorlardı.
Gerçekten de netice itibariyle münafıkların hesabı tutmamış, yüce Allah vadini yerine getirerek Peygamberine fetihler ve başarılar nasip etmiştir. Yahudileri bertaraf etmiştir. Böylece münafıklar, içlerinde gizledikleri kötü niyet ve planlarından dolayı pişman olarak hayal kırıklığına uğramışlardır.
Ayet-i kerime de geçen Yahudi ve Hıristiyanları dostlar edinmeyiniz cümlesinin manası; Onlara veli olmayınız demek değildir. Aksine onları veli tutmayınız, itimat edip de yar tanımayınız, mühim işlerin başına getirmek şöyle dursun, onlara gerçek bir dost gibi tam bir samimiyetle itimat edip de kendinizi kaptırmayınız demektir.
Özetle:
Onları dost olur sanıp da yakın dostlarınız gibi sıkı fıkı beraberliklere dalmayınız, tuzaklarına düşmeyiniz, isteklerine iştirak etmeyiniz demektir.
Görüldüğü gibi ayet-i kerimede Yahudiler ve Hristiyanlara dostlar olmayınız buyurulmamış Yahudiler ve Hristiyanlara dost edinmeyiniz buyrulmuştur. Çünkü; Allah sizi, dini hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, adaletli davranmaktan men etmez (Mümtehine Süresi 8) buyrulmuştur.
Müminler; Yahudi ve Hristiyanlara iyilik etmekten, dostluk yapmaktan, onlara amir olmaktan yasaklanmış ve men edilmiş değildir.
Bilakis onları dost edinmekten, yardaklık etmekten yasaklanmışlardır. Çünkü onlar müminlere yar olmazlar. Nihayet bazıları bazılarının dostları, birbirlerinin yaranıdırlar. Yani Yahudiler birbirinin, Hristiyanlar da birbirinin dostlarıdırlar. Bunların dostlukları kendilerine mahsustur. Bu da hepsi arasına değil bazısı arasındadır.
Ve siz müminlerden her kim onları (Yahudi ve Hristiyanları) veli edinirse şüphe yok ki, o da onlardandır. Onlara benzemiş, onların huyunu kapmış demektir. O artık hakka değil, onlara ve isteklerine hizmet eder. Netice itibariyle onlardan sayılır. Ahirette onlarla beraber haşr olunur. Çünkü Allah zalimler güruhunu her halde doğru yola çıkarmaz.
Şu halde;
Yahudileri ve Hristiyanları dost edinenler de onlardan olur, başlarını kurtaramazlar.
Bu noktada öncelikle müminler ile Yahudi ve Hristiyanlar arasında, Allah’ın yasaklamayı uygun gördüğü dostluğun neyi ifade ettiğine değinmemiz yerinde olur. Çünkü burada bahsedilen dostluk, onların dinine tabi olmayı değil, onlarla işbirliği ve dayanışmayı ifade etmektedir.
Zaten, din konusunda Müslümanların, Yahudilere ve Hristiyanlara tabi olmaya eğilim duymaları gerçekten uzak bir ihtimaldir. Ancak İslam’ın kitap ehline karşı hoşgörüsü ayrı bir şeydir, onlarla dost olmak ayrı bir şeydir.
Bu itibarla, İslam toplumunda yaşamakta olan kitap ehline karşı hoşgörülü davranılması ve onlara iyilik yapılmasını isteyen emirlerle dostluğun sadece Allah’a, Peygamberi ve Müslümanlara mahsus kılınmasını isteyen buyrukları birbirine karıştırılmamalıdır.
Muhtelif ayetlerde belirtildiği üzere, onlar İslam toplumuna karşı mücadele etme noktasında birbirlerinin dostudurlar. Bu, onlar için sabitleşmiş vakıadır. Onlar, ne Müslümanlardan hoşlanırlar ne de onların dini olan İslam’dan. Kendi dinlerini terk edip onların dinine geçmedikçe de Müslümanlardan hoşlanmayacaklardır.
Onlar, İslam’a ve Müslümanlara karşı durmakta son derece ısrarlıdırlar. Onların bu noktada gizledikleri öfke ve kin, ağızlarından çıkan sözlerden çok daha büyüktür. Ancak, bütün bunlara rağmen Müslümanlar, onlarla yardımlaşma ve işbirliği anlamında bir dostluk kurmanın yasaklanmış olduğunun bilincindedir. Çünkü Müslümanlar, kitap ehline hoşgörüyle davranmaktan yanadır.
Bu itibarla bir Müslümanın yapacağı, dinin gereğince yaşamak ve İslam’ın erdemlerine günlük hayatta riayet etmektir ve bu noktada onun yolu ile kitap ehlinin yolu kesinlikle aynı değildir. Müslümanlar her ne kadar onlara hoşgörü ve sevgiyle davransalar da bu onların kendi dinlerine bağlılığını sürdürüp İslam’a karşı komplolar hazırlama noktasında birbirlerinin dostu olmaktan vazgeçmelerine yetmeyecektir. Müslümanlar işte bunun bilincinde olmalıdır.
Ne var ki, her çağda olduğu gibi günümüzde de ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde ki ikazları kavrayamayanlar mevcuttur. Bunlar Kur’an’daki apaçık hatırlatmaları ve yaşanan tarihi olayları bütünüyle unutarak hepimiz dine inanıyoruz diyerek kitap ehliyle el ele tutup materyalizme ve ateizme karşı birlikte mücadele verebileceğimizi ileri sürebilmektedirler.
Oysa kitap ehlinin nihayetinde, kafir olan müşrikleri göstererek; Bunların yolu müminlerin yolundan daha doğrudur (Nisa Süresi 51) diyecekleri ayet-i kerimede haber verilmektedir.
Halbuki Yüce Allah’ın ‘Ey müminler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o, onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez’ buyurulmaktadır.
Medine’de ki İslam toplumuna inen bu uyarı, kıyamete kadar gelip geçecek olan bütün Müslümanları kapsamaktadır. Ey müminler hitabının muhatabı durumunda olan herkese açıktır. Çünkü bu davet, çağlar üstü bir hakikattir ve eşyanın doğasından kaynaklanmaktadır.
İslam toplumunu bilinçlenmeye davet eden bu ayet-i kerimenin gereğine uyma konusundaki muvaffakiyetin, kollektif şuurun oluşmasına bağlı olduğunu burada bir kez daha tekrar etmek istiyoruz.
Şeyh-i Ekber’in sözünü bu vesileyle anmak istiyoruz.
Hz diyor ki: Şam da Müslüman erkek ve kadınların Hristiyanları dost edindiğini, onlara yumuşak davrandıklarını, çocuklarını kiliseye götürdüklerini ve üzerlerine teberrüken vaftiz suyu serptiklerini gördüm. Allah korusun bu küfürdür. Hristiyanların nevruz günlerine hürmet etmek, bu günde onlara hediye vermek ve sevinçlerine iştirak etmek (yılbaşı kutlamaları gibi) de buna kıyas edilebilir. Onlarla dostluk bağını kesmek için hisbe teşkilatına bazı işlerde vazife düşmektedir.
O halde şimdi yapılması gereken; Müminlere çizilen sınırı doğru anlamaktır. Durmanız gereken yeri isabetle tespit etmek doğru yerde, doğru zamanda gerektiği gibi bulunmaktır. Bunu başarmak için gereken birlik ve beraberlik ruhunu kazanmaya, Rabbim Müslümanları muvaffak eylesin.
Kaynak: Cafer Durmuş / Ey İman edenler / bkz: 517-523