Tüketmekle Artan Açlık
Yorulmuştu insan… Kendini göremeyecek kadar meşguldü. Bir yığın endişe ve telaş… Bitmek bilmeyen bir koşuşturma… Her şey çok hızlıydı çünkü. Onlara yetişmek için nefes almadan, dinlenmeden devam etmeliydi biriktirmeye, almaya, tüketmeye. Kendini; biriktirdikleri, aldıkları ve tükettikleriyle ifade ettiği bir döneme zincirlemişti insan.
Prangalarından kurtulup hürriyetine kavuşamıyordu. Öylesine esir, öylesine meftun olmuştu dünyaya. Dünya sevgisi gönlünün leylası olmuş, insan onun peşinden çaresizce sürüklenen bir mecnun. Ama ne kadar koşsa, ne kadar alsa, ne kadar biriktirse ve tüketse nafile… Mutlu değildi insanoğlu.
Tükettikçe ihtiyaçları azalması gerekirken tam tersi oluyor, daha fazla tüketmeye mecbur kalıyordu. Biriktirdikçe kendini emniyette ve huzurlu hissetmesi gerekirken bir yığın endişeyle biraz daha biriktirmeye çabalıyordu. Başını yastığa koyduğunda sakin ve derin bir aleme uyandığı uykularını özler olmuştu.
Bir Kurtuluş Yolu: Kanaat
İnsan o eski ve güzel günleri tekrar yaşayabilecek miydi?
Evet. İnsana, bir çare lütfetmişti Yaradan. Gönlünü tüketen dünya sevgisinden kendini azat edeceği o çare, kanaatti. Tükenmeyen bir hazinedir kanaat.
Alemlere rahmet Peygamberimizin ifadeleriyle; “…İki vadi dolusu malı olsa, üçüncü bir vadi daha arzu edecek…” kadar hırslı insan.
Kanaatin İnsanı Huzura Çekmesi
Çevresini azim ve gayretin kuşattığı, özünde ise tevekkül ve razı olma makamının bulunduğu bir erdem… İnsanı içinde bulunduğu koşturmadan çekip kurtaracak; dinlenmesine, kendini yeni baştan imar etmesine, mutlu ve huzurlu günleri yeniden tatmasına fırsat verecek bir dermandır.
Zamanın birinde üç arkadaşın başından geçenler kanaatin insanoğlu için değerini gösterir. Hikaye bu ya;
Üç genç, meşhur bir alimin öğrencisi olma umuduyla yola koyulmuş. Uzun bir seferden sonra hikmet ve feraset ocağının eşiğine gelmiş, kapılar açılsın umuduyla başlamışlar beklemeye. Gün bir doğmuş, bir batmış üzerlerine.
Nihayet bir gün doğumunda kapılar yavaş yavaş açılmış yüzlerine. Lakin kapıların gönüllerine de açılması için biraz daha çabalamaları gerekiyormuş. Zira gençleri odasına davet eden alim, onlara
“Ey ilim yolcuları, gönlümüzün gönlünüze açılması için aşmanız gereken bir engel var. Eğer bunu aşarsanız, heybemizde biriktirdiğimiz ne varsa, sizlere miras olur. Bu engel, hırsınız ve tamahkarlığınız… Zira bu eşikten gerçek anlamda içeriye girebilenler, ancak kanaat edebilenlerdir.
Evlatlarım…
Medresenin arka kısmında büyük bir orman var. İşte engeliniz bu ormanda saklı. Süreniz bir gün. Sabah yola çıkacak, size anlatılan yolu takip ederek tekrar buraya geleceksiniz. Sizden tek isteğim ormandaki kaplanın biriktirdiği yiyeceklere dokunmamanızdır.
Hırsınız gözünüzü kör eder, onları alırsanız nefsinize zulmetmiş olursunuz. Zaten ihtiyacınız olmayacak, size yetecek kadar yiyeceği heybelerinize yerleştirdik. Ayrıca buraya geri geldiğinizde size özel hazırlanmış bir ziyafet sofrası da bulacaksınız.
Dikkatli olun ve aldanmayın…
Gün kısadır aslında. Ama ormanın içinde ilerledikçe, hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gelebilir. Bu durum, sizi hem rehavete hem de telaşa sürükleyebilir. Rehavete sürükler, zira;
“Nasıl olsa zamanımız çok uzun, hatamız olursa telafi ederiz” diyebilirsiniz. Telaşa sürükler, zira “Ya heybemizdekiler bize yetmezse ya ziyafet olmazsa? Haydi! Heybemizi biraz daha dolduralım” diye düşünebilirsiniz demiş.
Üç arkadaş ertesi sabah yola çıkmışlar. Yorulunca mola verip heybelerindeki azıklardan yiyorlarmış. Fakat zaman ilerledikçe, yolun başındaki kararlılıklarını, inançlarını yitirmeye başlamışlar. Yiyeceklerinin yetmeyeceğinden, ziyafetin gerçekleşmeyeceğinden endişe ederek;
“Kaplanın yiyeceklerini bulalım” demişler. Nihayet kaplanın hazinesini bulmuşlar. Hırsları gözlerini öyle kör etmiş ki, etraftaki dikenlere aldırış etmeden yiyeceklerin yanına ulaşıp en fazla hisseyi heybelerine doldurabilmek için yarışmışlar. Yara bere içinde kalmışlar.
Heybelerini de öyle çok doldurmuşlar ki, sırtları iki büklüm olmuş. Lakin gözleri doymamış. Daha fazla yiyecek bulma hırsıyla yoldan çıkıp ormanın derinliklerine doğru ilerleyince kaplanla karşılaşmışlar. Kaplan, heybelerdeki kokuyu alınca onlara saldırmış. Canlarını zor kurtarmışlar.
Kanaatsizliklerinden dolayı yiyeceklerini, yolun sonundaki ziyafeti ve talip oldukları ilim makamını yitirmişler.
Hırsla Tüketilen Bir Ömür
Dünya; istedikçe hırsla, razı olmadıkça sonuçlara, hep daha fazlasını istedikçe kendimizi tükettiğimiz fani alem… Onun mecnunu oldukça onurumuzu, huzurumuzu ve elimizdekileri yitirdiğimiz fani alem…
Alemlerin Rabbi, bütün mevcudata rızkını ihsan etme vaadinde bulunmamış mıydı? Öyleyse hırsa, telaşla koşuşturmaya gerek var mı?
Çaba ve gayret gösterdikten sonra elindekine razı olma makamına erişebilen kanaatkar gönüllerden, kanaatle güçlendikçe zenginleşen gönüllerden olmak temennisiyle vesselam…
Canan Cehri Akyol
Kaynak: Diyanet Aile Dergisi / Haziran 2018 / bkz: 52-53
