Lügat bakımından sünnet, yol, adet ve gidişat anlamlarına gelmektedir.
Kur’an’da geçen “sünnet” kelimesinin de aynı anlamlara geldiği görülmektedir: “Bu Allah’ın öteden beri süregelen sünnetidir(yoludur). Allah’ın sünnetinde (yolunda) bir değişiklik bulamazsın (Fetih 23)”
Bir hadis-i şerifte de: “Müslümanlıkta iyi bir çığır açan kimseye açtığι ο çığırın yolun) sevabı verileceği gibi, o yolda gidenlerin de sevabı verilir. Bununla birlikte onların sevabından hiçbir şey eksilmez. Diğer taraftan kötü bir çığır açan kimseye de açtığı çığırın günahı yükletildiği gibi, kendisinden sonra o yola gidenlerin günahı da ona yükletilir. Bundan dolayı da onların günahından bir şey eksilmez. (51) buyurulmaktadır.
Görüldüğü gibi, ayet ve hadiste geçen “sünnet” kelimeleri, yol, adet ve gidişat anlamlarına gelmektedir.
Usulcülere göre ise sünnet;
Hz. Peygamber(s.a.v.)’in Kur’an-ı Kerimden başka sözleri, işleri ve takrirleri (tavsipleri)dir. Diğer bir ifadeyle Hz. Peygamber’in sözlerine kavli sünnet, işlerine fiili sünnet ve Müslumanlardan birinin yaptığı bir işi gördüğü veya söylediği bir sözü işittiği halde onu tasvip etmesine de takriri (tasvibi) sünnet denir.
Sözlü sünnete, Hz Peygamberin şu hadisini örnek verebiliriz: Sizden biriniz İslam’ın kötü gördüğü bir şeyi görürse hemen onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse onu diliyle değiştirsin. Bunu da yapamazsa o zaman onu kalbi ile değiştirsin (yani nefret etsin). Bu sonuncusu imanın en zayıfıdır.
Hz. Peygamberin teşri (yasama) ile ilgili bütün sözleri, sözlü sünnettir.
Fiili sünnete örnek de Hz. Peygamberin beş vakit namazı eda etmesidir. Zira onun namaz kılması, Cenab-ı Hakkın: “Namaz kılınız” anlamındaki ayetinin bir izahıdır.
Takriri sünnete misal ise, sahabenin yaptığı ve Hz. Peygamberin susarak tasvip ettiği bütün davranışlarıdır. Zira Peygamberin, İslam’ın reddettiği bir davranış karşısında susması mümkün değildir. Çocukların Mescidi Nebevi’de kısa mızraklarla harp oyunu oynamalarını görüp, buna ses çıkarmaması bu örneklerden biridir.
Sünnet, Kur’an-ı Kerim’den sonra teşri için ikinci kaynaktır.
Hükümleri açıklama bakımından Kitap’ın yardımcısıdır. Kur’an, insanların gerek Allah’a, gerekse birbirlerine karşı vazife ve sorumluluğu ile ilgili genel hükümleri koymuştur. Her meseleyi detayı ile açıklamış değildir.
Mesela, namaz, oruç, zekat, hac ve benzeri ibadetlerin yapılması Kur’an’la emredilmiştir. Fakat bunların nasıl eda edilecekleri hakkında Kur’an’da açık bir hüküm yoktur. İşte bunların ne şekilde eda edileceklerini sözleriyle ve icraatiyle açıklayan Hz. Peygamberdir.
Zira Hz. Peygamberin vazifelerinden biri de Kur’an’ı açıklamaktır.
Sünnetle tespit edilen hükümler, Kur’an’dan ayı bir şey değildir. Çünkü Sünnete uymanın ve ona bağlamanın lüzumunu bizzat Yüce Allah emretmektedir.
Hz. Peygamberin peygamberliğine inanmak ve peygambere itaat etmek, ancak onun verdiği hükme boyun eğmek ve onun getirdiği her şeyi kabul etmekle mümkün olur. Aksi takdirde peygambere inanmanın ne anlamı olur?
Durum bu kadar açıkken, Hz. Peygamberin sünnetine değer vermek istemeyen bir takım kimselerin, bir mesele hakkında hemen, “Kur’an’da bir hüküm var mı?” diyerek her şeyi Kur’an’da görmek istemelerini anlamak kabil değildir.
Teşri ile, yani dini hükümlerle ilgili olarak Hz. Peygamberden çıktığı kesin olarak bilinen söz, fiil ve takrirlere uymak vaciptir. Zira bunlar da Kur’an gibi vahye dayanmaktadır. Bu hususa şu ayet-i kerime işaret etmektedir:
- O, kendi rey ve hevasından konuşmaz. O. kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. (Necm Süresi 4)
 
Sünnetin de kaynağı vahiydir. Ancak sünnet sadece mana yönünden vahiy, lafız yönünden vahiy değildir.
Kur’an ise, hem lafız, yani hem söz, hem de mana bakımından vahiydir. Diğer bir ifadeyle Kur’an, okunan vahiy (vahyi metluv); Sünnet ise, okunmayan vahiy (vahyi gayri meiluv)dır.
Bundan dolayı Kur’an’ı yalnız manası ile rivayet etmek caiz değildir. Hadisin mana ile rivayeti ise caizdır. İşte Kitap ve Sünnetin kaynağı vahiy olanca her ikisine de uymak zorunluluğu vardır. Sünnetin manası Allah katından olduğundan dolayı, Hz. Peygamber’in dini hükümlerle ilgili içtihatları da vahiy mahsulüdür.
Demek oluyor ki, dinin iki temel kaynağı vardır, bunlar Kitap ve Sünnettir. Kur’an’ın hem lafzı hem de manası Allah katından olduğu için Kur’an, İslam’ın birinci derecede kaynağı, Sünnet ise ikinci derecede kaynağı sayılmıştır.
Hz. Peygamberin sünneti bize birinci derecede fiili tevatürle (Yalan üzerine birleşmelerine imkan olmayan bir cemaatin, aynı şekildeki cemaatlerden naklen vermiş olduğu haberlerle) gelmiştir. Hz. Peygamberin yaptığı bir işi ondan sahabe topluluğu görmüş, uygulamış, onlardan da tabiîn almış ve böylece bize kadar ulaşmıştır.
Mesela, namazın ne şekilde kılındığını, orucun nasıl tutulduğunu, haccın nasıl eda edildiğini, ashab-ı kiram Hz. Peygamber’den görmüş, yaşamış ve o şekilde nesilden nesile yaşanılarak günümüze kadar gelmiştir. Bunu inkar etmeğe imkan yoktur. Çünkü bu iş haline dönüşmüş ve yaşanmış bir tevatürdür.
Bu da gösteriyor ki, sünnet, Kur’an’ın hükümlerini açıklamakta ve onların pratik hayata geçirilmesini sağlamaktadır. Sünnetin açıklaması olmadan Kur’an’ın hükümlerini yaşamak mümkün değildir. Bunun için Kur’an’ın hükümleri Sünnetin açıklamasına muhtaçtır. Zaten Hz. Peygamberin görevlerinden biri de Kur’an’ı açıklamaktır
Yard Doç Dr. Şevki Saka
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı / Diyanet İlmi Dergisi / 1990 / 1. Sayı
